Haber sitelerinde gezinirken önüme düştü.
Önce önemsemedim ama diğer haber sitelerinde de karşıma çıkınca merak edip tıkladım.
Verilen haber, beni ilk gençliğime aldı, götürdü.
16-17 yaşlarındayım.
Komşumuzun oğlu Ahmet’le birlikte Eylül ayı sonlarında kasabanın dışında bir yere kurulmuş olan panayıra gittik. Lunaparka benzeyen bir yer. Katılımcıların neredeyse tümünün erkeklerden oluştuğunu söylersem hiç de abartılı olmaz. Sihirbazlık gösterisi yapılan çadırların üstüne asılan pankartlarda yarım bedenli kadınlar, şahmeran ve çığırtkan bizi gösteriye davet ediyor. Yanımdaki arkadaşım benden iki yaş daha büyük ve her konuda daha tecrübeli. İçerideki gösteriyle ilgili bilgi veriyor. Harcayacağımız para sınırlı olduğundan dolayı bu çadırları es geçtik ve büyükçe bir çadırın önüne geldik. Çadırın üstünde, “Memleket Lale Tiyatrosu” yazıyordu. “Burası nedir?” diye sorduğumda, arkadaşım hınzırca gülerek, “Çok güzel bir yer.” diyerek cevap verdi. Gülüşünden iyice pirelendim ve hemen kolunu tutup, sallayarak, “Nasıl güzel oğlum!” der demez elini omuzuma atarak, “Hadi gel, girelim.” dedi.
Çadırdan içeri girdik.
Yüz, yüz elli metre kare kadar bir yer. Karşı tarafa yüksek bir sahne kurulmuş ve sahnenin karşısında tahta sandalyeler sıralanmış.
Geçtik boş bir yere oturduk. İçeride otuz, kırk erkek, aralarında gürültülü bir biçimde konuşuyorlar.
Ben, yanımdaki arkadaşa durmadan sorular soruyorum o da durmadan kaçamak cevaplar veriyor ve “Biraz bekle, ne olacağını kendi gözlerinle görürsün.” diyor.
Daha da meraklanıyorum.
Yaklaşık yarım saat daha bekledik ve boş olan sandalyelerin neredeyse tümü doldu.
Karşımızda yer alan sahneye perdenin arasından bir erkek çıktı ve elini, kolunu sallayarak içerideki erkek gürültüsünü susturdu.
Ardından sahneye bir müzik grubu çıktı.
Bir klarnet, bir darbuka, bir cümbüş ve bir de keman…
Hiç beklemeden hemen müziğe başladılar. Sunucu büyük bir yaygarayla sahneye çıkacak şarkıcıyı övmeye başladı. Yüksek sesle ve abartılı cümlelerle sunulan bir kadın, tüllere sarınmış olarak ve dans ederek sahnedeki yerini aldı.
Şarkı söyleyen kadının, sahnede gözükmesiyle birlikte erkeklerde bir hareketlenme oldu ve kadını çılgınca alkışlamaya başladılar. Kadın vasat sesiyle bir iki şarkı söyledi, söylemedi erkekler, hep birlikte, “Aç! Aç!”diye bağırmaya başladılar. Kadının şarkı söylemesi erkeklerin umurunda değildi. Onlar, bir şeylerin açılmasını istiyorlardı.
Onun için bütün güçleriyle “Aç! Aç!” diye bağırıyorlardı.
Bu bağırışlar etkili oldu, kadın şarkı söylemeyi bıraktı ve müzik eşliğinde dans ederek üstündeki tülleri aralamaya başladı.
Tüller, her aralandığında erkeklerin çıkardığı ses dalgası, çadırın yükseklerine çarparak geri dönüyordu.
Kadın, “Aç! Aç!” sesleri içinde erkeklerin sabırlarını zorlayarak üstündeki tülleri çıkarıp sahnede havaya atıyordu.
Dakikalar ilerledikçe kadının vücut hatları belirmeye başladı. Orta boylu biraz tombulca olan kadın sahnede sütyen ve donu ile kaldı. Memelerini sağa sola salladıkça ve sütyenini çıkarma girişiminde bulundukça erkeklerin bağırışları iyice arttı.
Arada sırada donunun lastiğine iki baş parmağını takarak aşağı doğru indirme girişiminde bulunması sonrasında erkeklerin “Aç! Aç! Açamazsın! Aç! Aç!”sesleri kulakları patlatıyordu. Kadının elleri, göğüsleri ve bacak arasında gezindikçe erkekler kendinden geçiyordu.
Sonunda sütyen çıktı ve memeler tüm erkeklerin iştahına sunuldu.
Erkekler, savaşın birinci aşamasını kazanmanın verdiği güvenle ikinci hedef olan dona yöneldiler.
Kadının açma kapama hareketleri ve erkeklerin tempo tutarak bağırışları bir sonuç vermedi. Gösterinin bir yerinde kadın, yarıya kadar indirdiği donunu yukarı doğru çekerek sahneden koşarak ayrıldı.
Kadın gitti.
Erkeklerin bağırışları sona erdi.
Herkes yerinden kalkarak çadırı hızlıca boşalttı.
Aradan günler geçti, yıllar geçti.
Okuduk, adam olduk. İş güç sahibi olduk.
Hayata dair bir duruşumuz, bir fikrimiz oldu.
Günlerden bir gün, Can Yücel’in şöyle bir şiiri karşıma çıktı, şairimiz bu şiiri Adana Cezaevi’nde yatarken yazmış:
aç aç aç açız çünkü açız hem sade içerde değil güneşe, yeşile, toprağa, açık havaya adam gibi çalışmaya insan gibi yaşamaya sade içerde değil dışarda da açız onun için de işte sahnedeki kadına değil asıl bu düzenin bazına asılıyoruz aç aç açç diye haykırıyoruz bize yol, bize okul, bize fabrika aç aç aç aç yine de saklanıyor sahnedeki rakkas bu açmaza son çare bir açık versin diye bakıyoruz canımız yanmış gibi değil canımız yana yana haykırıyoruz açamaz açamaz açamaz! Ama hâlâ anlamıyor ki düzenbaz gönül hoşluğuyla o açmazsa eğer fırladığımız gibi bu tarih denen sahneye aç dediklerimizi biz KENDİ ELLERİMİZLE AÇACAĞIZ!
Bir şairin, diğer insanlardan daha farklı olarak hayatı ve olguları yorumlayabilmesi…
Bir insanı şair kılan da bu olsa gerek.
Yazımın başında sözünü ettiğim habere dönecek olursam son günlerde tiktok’un “Laz Kızı” çok konuşulur oldu.
35 yaşındaki kadın, tiktok’ta açtığı hesabından para karşılığı gömleğinin düğmelerini yavaş yavaş açmış ve yazıldığına göre bir saat içinde 100 bin lira para kazanmış. “Laz Kızı”nın bir saatte 100 bin lira kazanması haberi, medyada üst sıralarda yer aldı.
Oh, ne güzel!
Yattığın yerde, hafifçe baygın bakarak, yavaş yavaş gömleğinin düğmelerini açma karşılığında 100 bin lira kazanmak, fakir fukara için hayal bile edilecek bir şey değil. Video çeken kadının yanında bir erkeğin başının bir kısmı da görülüyor.
Adam, kocası mı, erkek arkadaşı mı, belli değil!
Yeşilçam Sinemasında bir “Laz Kızı” tipi vardı. Bu kızımız, oldukça muhafazakar olup, erkek – kadın ilişkilerinde en ufak bir yanlışlıkta, yanında taşıdığı tabancayla erkeğin hakkından gelirdi. Buradan hareketle Karadenizlilerin ahlaka, namusa değer verdiklerinin altı çizilirdi.
Şimdi ise Laz Kızı ortaya çıkmış, para karşılığında memelerini erkeklere pazarlıyor. Yanında yatan da onun pazarlamacısı oluyor herhalde.
Hey Allahım ne günlere geldik.
Tabii ya… Günde 12- 14 saat konfeksiyon atölyelerinde ömür tüketmektense, sıcacık yatağında uzanarak memelerinin bir bölümünü gösterirsin alırsın bir saatte 100 bin lirayı.
Ne güzel!
Sistem de, “Parayı bul da nereden bulursan bul!” demiyor mu?
Laz Kızı furyayı başlattı, sıra; Kürt kızlarında, Türk kızlarında, Arnavut kızlarında, Gürcü kızlarında ve diğerlerinde…
Asgari ücretle çalışarak hayatını tüketmektense, açarsın memelerini, hatta çadırdaki dansöz kadının yaptığı gibi donunun lastiğine geçirirsin parmağını, indirir gibi yaparsın, alırsın tomar tomar paraları…
AKP uyguladığı ekonomik, siyasi politikalarla ülkeyi Memleket Lale Tiyatrosu’na çevirdi.
Bazı yoksul kadınlar, yaşadıkları ekonomik sıkıntılardan kurtulmanın yolu olarak, bedenlerini pazarlamakta buluyorlar.
Eski dönemlerde olan Memleket Lale Tiyatrosu’nun yerini, bugün tiktok aldı.
Tiktok’ta kadınlar açtıkça, cinsel bakımdan aç erkekler, “Aç! Aç! Aç!” diyerek para veriyorlar.
Zinayı suç olmaktan çıkaran İslamcı yönetim, bütün ülkeyi kadınların kendi bedenlerini teşhir ettiği bir sahneye çevirdi.
İşin .oku çıkınca da, Laz Kızı’nı gözaltına aldılar.
Üstelik kadın, beş aylık da hamileymiş.
İfadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Memesinin ucunu göstermedikten sonra sorun yok!
Bugün kadınlar, kamuya açık alanda göğüs dekoltelerini gösterebiliyorlar. Televizyon programlarında dizilerde, davetlerde, düğünlerde, filmlerde bu görüntüler sıradanlaştı. Şimdi Avrupa’da bazı kadın örgütleri, “memelere özgürlük!” kampanyalarıyla bedenin üst tarafının çıplak olarak sokaklarda dolaşma hakkı için kampanya düzenliyorlar. Bu kampanyanın öncülüğünü de sol hareketler yürütüyor. Sol, küresel çetenin ideologlarınca üretilen “Cinsel Devrim” anlayışının tutsağı olmuştur. Alfred Kinsey’in başlattığı bu akım, tüm dünyada LGBT+ örgütlülüğüne evrilmiştir. Bu çevreler, yapılan fuhuşu, kapitalist ekonomik bir faaliyete dönüştürerek fahişeliği de seks işçiliği olarak açıklıyorlar.
Bunlara göre fuhuş sektörü, kapitalizmin inşaat sektörü, silah sektörü gibi çeşitlerinin içinde yer aldığı gibi, seks işçileri de işçi sınıfının ayrılmaz bir parçasını oluşturuyormuş.
Bilindiği gibi, fahişelik, dünyanın en eski mesleklerinden biridir.
Fahişelik, Marksist literatürde küreselcilerin öne sürdükleri biçimde hiçbir zaman yer almamıştır. Zamane solculuğu, küresel palavraları gerçek sanarak onların peşinden gidiyor.
Teorinin genel sorunlarından ülkemizdeki ahlaki çürümeye geldiğimizde, Laz Kızı ile ilgili Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bir açıklama yaptı. Açıklamada, “…kadınlara yönelik hakaret içerikli, küçük düşürücü, kişi onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek nitelikte görsellere yer veren görüntülerin yer aldığı görülmüştür.” denilerek içeriğin yayımdan kaldırılması ve engellenmesi isteniyor.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Türkiye’de kadının düştüğü durumu gözlerden saklamak istiyor. Onlar bir yandan; din, ahlak, maneviyat diyerek insanları kandırmaya çalışırlarken diğer yandan uyguladıkları ekonomik politikalarla insanları sefalete ve bunun sonunda da fuhuşa yönlendiriyorlar. 1990’lı yılları hatırlayalım. Sovyet sistemi çöktükten sonra Rusya’da sefalete düşmüş insanlar, karınlarını doyurabilmek için çevreden topladıkları; kürk, oyuncak, rozet, makine parçası ne buldularsa Türkiye’ye getirip sattılar. İşin en acısı da eğitimli, okumuş kadınlar, Türkiye’deki fuhuşun bir parçası oldular. “Nataşa” ismi, Rus kadınının bir gerçeğiydi.
Yoksulluğun, sefaletin olduğu her yerde kadın “Nataşa” olarak bunun bedelini öder.
Sosyal medyada herkes, olmadık bir biçimde yediklerini, giydiklerini, gezdiklerini, bindiklerini özendirerek, görgüsüzce paylaşıyor. “Enerciii! Enercii!” bu yaşam biçiminin sloganı oldu. Lüks yaşamı gören kadınlar, “Enercii! Enercii!”diye bağıran hemcinslerigibi yaşamak istiyorlar.
Nasıl olacak bu?
Herkesin arkasında bir bahis çetesi yok ama teşhir edebileceği bir vücudu var.
O da teşhir pazarında malını tezgah üstüne koyup müşterisini bekliyor.
Hangi birini kaldıracaksınız, hangi birini engelleyeceksiniz?
Kadınlar kolay yoldan para kazanmak istedikçe bir yerlerini açıp, teşhir edecekler.
Bunu engelleyemezsiniz.
Tiktok var oldukça, bu görüntüler de ortalığa dökülecek.
O zaman tiktok’u kapatın ama buna Çin çok üzülür ve size ticari yaptırımlar uygulayabilir.
Zor iş…
Bir de şu konu var.
Tiktok’ta yoksul kadınlar memelerini açınca devletin etekleri tutuşup hemen müdahale ediyor. Diğer tarafta sosyal medyada sinema, dizi oyuncularının, mankenlerin, şarkıcıların “müstehcen” görüntüleri hakkında devlet organları neden harekete geçmiyor?
Devletin bu ilgisizliğini, “Alın size laik kesimin ahlaksızlığı, bunlar hayvan gibi utanma bilmezler, bunlar kötü insanlardır.” diye düşünüldüğüne mi yormak gerekir?
Sosyal medyada, götünü sallayarak twerk dansı yapan türbanlı gelinler, vücudunu teşhir eden kapalı kadınlar bir bir yerlerini alıyorlar. Toplumun her inanç kesiminden kadınlar, bu yozlaşmanın bir unsuru olabiliyorlar.
İnanç, bazı zorunluluklar karşısında yenilgiye uğruyor.
Erkek şiddeti üstüne çığırtkanlık yapan feminist çevreler, kadının sistem eliyle çürütülmesi ve kadın bedeninin her türlü biçimde kirletilmesi ve insanlık onurunun ayaklar altına alınması karşısında seslerini hiç çıkmıyorlar.
Nedense kadın örgütleri bu konu üstünde hiç durmuyorlar.
Bu sorun, genel olarak kadınların sorunu değil, emekçi kadının sorunudur. Yoksul kadın bedenini ekonomik zorunluluklardan dolayı teşhir ediyorsa bunda kapitalizmin suçu vardır ve bu duruma karşı siyasi bir tavır gerekir. Zengin kadının bedeninin teşhiri, hiçbir zaman sistem sorunu olmamıştır. Medya ve iktidar onu sanat, özgürlük gibi ambalajlarla kitlelere sunarak meşrulaştırır.
1970’li yıllarda sol hareket güçlü idi.
Can Yücel de bu mücadelede yer alan bir aydın, bir sanatçı olarak siyasi iktidara, “bize fabrika, hastane, yol, okul aç!” diye haykırıyor ve “Eğer sen açmazsan, biz de tarih sahnesine fırlar, kendimiz açarız.” diyordu.
Şimdilerde öyle bir solculuk kalmadığı gibi öyle bir solcu da kalmadı.
Memleket Lale Tiyatrosu’na dönmüş olan ülkemiz sahnesinde, kadınlar bir yerlerini açarak para kazanırlarken, solcularımız da arka tarafta klarnet çalarak sahnedeki yerlerini alıyorlar.