Asıl adı Tevfik Kolaylı olan Neyzen Tevfik (1879-1953), Cumhuriyet döneminin bir aydınıdır.
Eskiden Neyzen Tevfik gibi insanları “nevi şahsına münhasır” diyerek tanımlıyorlardı.
Yani ‘kişiliğiyle herkesten ayrılan, kendine özgü tutum ve davranışı olan, özgün kimse’ demek.
Kişiliğiyle, hayata bakışıyla, seçtiği yaşam tarzıyla diğer insanlardan farklı olan bir insandı.
Abdülhamit’in istibdat yönetimini, İttihat ve Terakki dönemini, 1. Dünya Savaşı’nı ve ardından gelen Kurtuluş Savaşı’nı gördü.
Türk ulusunun çağdaşlaşma, her alanda gerilikten kurtulma çabalarını destekledi ve bu anlamda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğine sonsuz bir güveni vardı. O şiirinin bir yerinde Atatürk’ü eleştiren dinci gericilere şöyle diyordu:
Esir iken mümkün müdür ibadet Yatıp kalkıp Atatürk’e dua et Senin gibi dürzülerin yüzünden Dinden soğuyacak bu millet İşgaldeki hali sakın unutma Atatürk’e dil uzatma sebepsiz. Sen anandan yine çıkardın amma Baban kimdi bilemezdin şerefsiz.
Çağdaşlaşmak için yapılan devrimleri destekleyen şairimiz, diğer yandan Atatürk’ün çevresini saran bazı iki yüzlü, düzenbaz adamları sert biçimde şiirleriyle eleştiriyordu.
İsmet İnönü’yü hiç sevmezdi.
Nitekim hayat Neyzen Tevfik’i haklı çıkardı.
İsmet İnönü, devrimleri ve Kurtuluş Savaşı’nın tüm kazanımlarını beş paraya önce İngilizlere sonra da Amerikalılara sattı.
Neyzen Tevfik, dünyaya hanımefendilerin, beyefendilerin rafine dünyasından bakmaz. Hayatında küfrü hak eden kim varsa utanmadan savurur. Lafı gediğine koyar. Yerleşik görgü kurallarını gerektiğinde çiğner. Örneğin; Arap, Acem ve Türk edebiyatındaki Leyla ile Mecnun efsanesindeki aşkın örnek aşk olarak öne çıkarılıp kutsanmasına aldırmaz. Leyla ile Mecnun’un arasında başlayan aşk ilişkisinin sonradan tanrı aşkına dönüşmesine karşı duyarsız kalarak onları bir güzel kalaylar.
Ben bu dünyanın devr-i devranını, izzeti nefsini .ikeyim, Yansın bu ibneler su veren itfaiyenin hortumunu .ikeyim, Ben deli miyim Mecnun gibi bir am için çöllere düşeyim, Verirse verir, vermezse Leyla’yı da .ikeyim.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde sinema endüstrisi hızla gelişti.
Sinema salonları, insanlara yeni bir eğlence kültürünün taşındığı mekanlara dönüştü.
Amerika’da Hollywood stüdyolarında çekilen filmler, dünyanın tüm ülkelerine gönderiliyordu.
Sinema salonlarını dolduran milyonlarca insan çekirdeklerini çitletirken, gazozlarını içerken, gülerken, ağlarken filmlerde verilen mesajları da içselleştiriyorlardı.
Bu filmlerde komünistler hep kötüydü.
Bu filmlerde kızılderililer vahşiydiler ve masum beyaz insanların kafa derilerini hiç acımadan yüzüyorlardı.
Bu filmlerde Batılı modern insanın dışında kalan Asyalı, Afrikalı insanlara insan bile denilemezdi ve bu tür yaratıkların katledilmesi gayet normaldi.
20. yüzyılın başında bu fikri savunan bir çizgi roman olarak, “Tarzan”, üretildi.
Tarzan, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında Batılı sömürgeci insanı temsil eder.
Ormandaki Tarzan’ın bir de Jane adlı kız arkadaşı vardır.
1920’li yıllarda ve sonrasında hemen hemen her yıl bir Tarzan filmi piyasaya verildi.
Günlerden bir gün arkadaşları,Neyzen Tevfik’i Beyoğlu’nda Amerika’dan yeni gelmiş olan Tarzan filmine götürür.
Filmde kız arkadaşı Jane’ni yamyamlar kaçırıp köylerine götürerek bir direğe bağlarlar. Amaçları da bir süre dans ettikten sonra kızı kazanda pişirip afiyetle yemektir.
Bu hain planı gören Tarzan, hemen harekete geçer ve ormandaki maymunların da yardımıyla kızı yamyamların elinden kurtararak ormanın derinliklerinde bir ağaç üstünde kurulu olan çardağına götürür.
Kız, hayatı kurtulduğu için çok mutludur.
Tarzan kız arkadaşının hayatını kurtardığı için çok mutludur.
İki mutluluk duygusu birbirlerini bir mıknatıs gibi çeker ve Tazan’la Jane, filmin sonunu sevişerek getirirler.
Film bittikten sonra çıkışta arkadaşlardan biri Neyzen Tevfik’e dönerek, “Üstadım, filmi nasıl buldunuz?” diye bir soru sorar.
Neyzen yürürken durur ve soruyu soran arkadaşının suratına bakarak, “Aynı bizim memleket gibi.” der.
Arkadaşları verilen cevapla film arasında bir bağlantı kuramazlar ve hemen ardından, “Nasıl yani?” diyerek ikinci sorularını sorarlar.
Neyzen Tevfik, her zamanki hazırcevaplığıyla, “ Nasıl olacak? Kurtaranlar kurtardıklarını filmin sonunda .ikiyor.” der.
Şimdi durduk yerde Neyzen Tevfik’i ve onun bir anısını niye anlattığıma geleyim.
Seçimler bitti.
Yine her zaman olduğu gibi “Adam kazandı.”
Adam’a karşı olanlar yine kaybetti.
Biz Horozlu Ayna olarak Adam’ın kazanacağını daha bir yıl öncesinden söyledik.
Türkiye’yi istila eden sığınmacıların ne kadarının Türk vatandaşı yapıldığının bilinmediği bir seçimde Adam her zaman kazanır.
Bunu bilerek sorgulamayan muhalefet her zaman yenilir.
PKK ve onun uzantılarıyla işbirliği yapan muhalefet her zaman kaybeder.
Yine seçim kaybedildi.
Bakıyorum muhalefetteki aynı adamlar yine aynı şeyleri söyleyip duruyorlar.
Değişen hiçbir şey yok!
Şimdi herkes fabrika ayarlarına geri döndü.
Kılıçdaroğlu seçimi kaybedince bu kez ortaya sahte kurtarıcılar fırladı.
Ekrem İmamoğlu eline kılıcı alarak, “değişim” sloganı ile CHP Genel Başkanlığı’na oynamaya başladı.
Ekrem İmamoğlu kim?
Aynı İsmet İnönü gibi İngilizci, Amerikancı…
Kendisi Tarzan, bizler de yamyamların elindeki Jane…
Aklı sıra bizleri kazanda pişmekten kurtaracak.
Ben bu filmi daha önce de görmüştüm.
1938’den beri sahte kurtarıcılardan bıktım.
Aynı filmi bir daha izlemek istemiyorum.
Sizleri bilmem ama Jane gibi filmin sonunda Tarzan’a düzülmek de istemiyorum.