Elif Ana ile ilgili övgü dolu bir haberi okuduktan sonra filmi sinemada izlemeye karar verdim. 123 dakika süren filmin yönetmenliğini Semir Aslanyürek ve Kazım Öz yapmış. Senaryoyu da Semir Aslanyürek, Kazım Öz ve Nihat Behram birlikte yazmışlar. Filmin galası Paris’te yapılmış.
Independent Türkçe’de gazeteci yazar Faik Bulut’un “Filmin konusundan biraz bahseder misiniz?” sorusunu,filmin yönetmeni Kazım Öz şöyle yanıtlamış:
Biz Elif Hanım’ın hayatını anlatırken bir anlamda Türkiye siyasi tarihinin de arka planını anlatmaya çalıştık. Tabii ki tek bir filmle uzun bir tarih anlatılamaz burada. Ancak o dönemlerde yaşanan çok büyük olaylar var. En azından belli konulara değinerek, belli bir bağlamdan uzaklaşmadan bir Kürt Alevi kadının inanç hikâyesini gözler önüne sermek istedik.
Tabii Türkiye’de Kürt olmanın, Alevi olmanın ve kadın olmanın da getirdiği kendine özgü sorunları da var. Onları da işin içine koyarak biraz Türkiye’nin siyasi panoramasını, tarihinin siyasi panoramasını verme konusunda bir çaba içerisinde olduk. Özel olarak da tabii ki Maraş olaylarını, gösterime ve anlatıya kattık.
Kürt asıllı yönetmen Kazım Öz, yaptığı filmini çok güzel özetlemiş.
Elif Ana, Cumhuriyet dönemi ile bir hesaplaşma filmi olmuş.
Aynı hesaplaşmayı 2 Kasım 2022’de HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin grup toplantısında yapmıştı. Tayyip Erdoğan’ın ortaya attığı “Türkiye Yüzyılı” projesi ile ilgili konuşurken şöyle demişti:
…Cumhuriyetin 99. yıl dönümünü geride bıraktık. Kuruluşundaki ademi merkeziyetçilik ve demokrasi fikrinin terk edilerek, yerine Kürtler ve Aleviler başta, tüm farklılıkların ret ve inkarına dayalı tekçilik sisteminin devreye sokulmasıyla yaşanan 100 yıllık bir yıkım sürecinden bahsediyoruz… Söz veriyoruz, ikinci yüzyılın aktörü onlar değil, biz olacağız, Türkiye halkları olacak. Asıl belirleyici güç halklardır; Kürtlerdir, Alevilerdir, Ermenilerdir, bu kadim topraklarda dışlanan tüm halklardır…
Hrant Dink’in öldürülüşünün 16. yılı ile ilgili yapılan gösterilerde konuşmacı Ermeni ve sol çevreler aynı cümleleri kurdular hatta daha ileri giderek Cumhuriyet dönemini azınlıklara karşı uygulanan soykırımlar tarihi olarak niteleyerek Türkleri, “kirli tarihleriyle yüzleşmeye” davet ettiler.
Mantık bu…
İslamcısı, Kürtçüsü, Ermenisi ve bu etnik grupların peşine takılarak kimliğini yitirmiş solcular da aynı şeyleri söylüyorlar.
Türkiye’de oluşturulan bu kültürel ortamı daha da pekiştirecek bir propaganda filmi olmuş Elif Ana.
Elif Ana gerçek bir kişidir. Kayseri’nin Sarız ilçesinde doğan Elif Ana, oraya sürü otlatmaya gelen Ali Baba ile tanışır. Birbirlerini beğenen çift, evlendikten sonra Maraş’ın Akdemir (Pulyanlı) köyüne yerleşirler. Çevresindeki insanlara iyi davranan ve yardımcı olan Elif Ana, sevilen saygı duyulan biri haline gelir ve ünü çevrede yayılır. Yaşamı boyunca çevresindekilere iyi davranarak sorunlarını çözmeye gayret eder. 83 yaşında öldükten sonra mezar yeri ziyaret yeri yapılır. Sonradan eklenen Cem evi, aşevi, misafirhane, kütüphane gibi yapılarla külliyeye dönüşür.
Şu an, maddi, manevi sorunları olanların onulmaz hastalığa yakalananların şifa aradığı bir mekandır Elif Ana külliyesi..
Biz gerçek Elif Ana’yı mezarında rahat bırakarak filmdeki Elif Ana’ya dönelim.
Filmde, Elif Ana’nın Kürt ve Alevi olduğunun altı kalın çizgilerle çizilmiş ve film boyunca yarı Türkçe, yarı Kürtçe konuşulmuş. Kürtçe konuşulduğu anlarda Türkçe alt yazılar eklenmiş.
Film, vurucu bir sahne ile başlamış.
Jeneriğin gösterildiği bölümde dik kulaklarıyla, kurt kafalı adamlar ellerinde meşaleleriyle bir mahalle içinde yürüyorlar. Meşaleler yapması gerekeni yapıyor ve her yer yangın yerine dönüşüyor. Filmin ilerleyen bölümlerinde -Maraş Katliamında – kötü adamlar, bu kez, İslamcı kimlikleriyle sahnede yer alarak Alevileri dini sınava sokuyorlar ve soruları yanıtlayamayanları katlediyorlar. Katliamcı güruh, “Maraş, Kürtlere mezar olacak. Kahrolsun Aleviler!” diye slogan atıyorlar. Maraş olaylarında zarar görenlerin içinde nedense sol çevreler unutularak “Kürt ve Alevi” mağduriyeti öne çıkarılmış.
Maraş Katliamı, Türkiye’yi 12 Eylül darbesine götürmek için planlanmış bir uluslararası projedir. Bu katliamın sivil, askeri, resmi, dini ve istihbarat örgütlerinin görevlileri vardı. Bu eylem, tam bir gladyo eylemidir. Böyle bir eylemi bir etnik gruba ve mezhebe yönelik olarak tanımlamak gerçeği çarpıtarak eylemden kendine bir mağduriyet devşirme tavrıdır. Yeri gelmişken söyleyeyim film, Cumhuriyet devrimi karşıtı Kürt ve Ermeni tezlerini tekrar eden bir filme dönüşmüş. 1900 yıllarından itibaren Yemen’e giden askerler, Dersim’den alınıp vagonlara doldurulan küçük kızlar, Alevilere yapılan baskılar ve Maraş olaylarına kadar geçen 100 yıllık süreç değerlendirilmiş. Filmin sonunda verilen mesaj, aynı Pervin Buldan’ın dediği gibi, “Cumhuriyet dediğiniz şey, 100 yıllık bir yıkım süreci.”
Aynı tespiti, Cumhuriyeti yıkan şeriatçı çevreler de yapıyorlar.
Aynı dili kullanan şeriatçılar gerici olurlarken, nedense Pervin Buldan devrimci, ilerici oluveriyor.
Filmi kotaran Kürt ve Ermeni çevrelerinin birleştikleri temel noktaları Türk düşmanlığı olmuş.
Kurtuluş Savaşı döneminde Maraş’ı işgal eden Fransız kuvvetleri ile Karayılan’ın milisleri arasında çatışmalar olur ve bir Fransız askeri ile Türk askeri arasında diyaloglar olur. Yaralı Fransız askeri ülkesine geri döner. Aradan yıllar geçtikten sonra Fransız televizyonundan Türkiye’de olan Maraş katliamının haberini dinler. Haber, “Türkler, Kürtleri Maraş’ta katlettiler. Şu kadar ölü…” diye verilir.
Gerçekte olan şey, Türklerin, Kürtleri katletmesi midir?
İnsan, etnik milliyetçiliğin gözlüğünü takarsa, gözü aklında yarattığı düşmandan başka birini göremez.
Filmin senaristleri kurt sembolü ile Türkleri özdeşleştirmiş.
Belirttiğim gibi filmin başında yer alan kurt kafalı adamlar evleri ateşe veriyor. Kurt filmin değişik dönemlerinde Elif Ana’nın -Alevilerin- karşısına çıkıyor. Elif Ana küçük bir kız iken kendini dağlara vuruyor. Dağ, bayır dolaşıyor. Gece olduğunda da bir mağaranın ortasında toprak üstünde yatıyor. Karanlıkta savunmasız olarak yatan bir çocuğa salyaları ve sivri dişleriyle bir kurt yaklaşıyor. Kurt durduğu yerde hırlamalarıyla, saldıracak gibi yapan hamleleriyle kızı tehdit ediyor. Elif yattığı yerden doğrularak, “Hayır! Hayır! Git! Git!” diyerek, kurda bağırıyor. Aynı sahne filmde birkaç kez verilerek kurtla özdeşleştirilen Türklerin, Kürt ve Alevi düşmanlığının altı çizilmiş.
Bozkurt, Türklerin bir sembolüdür.
Göktürk bayrağında mavi zemin üstünde kurt başı resmi vardır.
Asya steplerinde kayalar üzerine kazılan rölyeflerde Bozkurt Efsanesi resmedilmiş.
Efsane, bir dişi kurdun emzirdiği çocukların çoğalarak egemen hale gelmesini anlatır.
Aynı efsane İtalya’da Etrükslerde karşımıza çıkar. Etrüsk heykeli de aynı efsaneyi anlatıyor.
Roma medeniyetinin temelini atan Etrüsklerin Türk geni taşıdıkları, son zamanlarda yapılan araştırmalarda ortaya çıktı.
Kurtuluş Savaşı, aynı zamanda bir Türk devrimidir.
Kurtuluştan sonra kağıt paralarda, ders kitaplarında ve devlete ait bazı kurumlarda bozkurdu görüyoruz.
Türk ulusunun kendisini inşa etme, kendi kaynaklarına dayanarak bağımsız bir politika izleme,laik, çağdaş bir toplum yaratma ideali sabote edilerek 1938’de kesintiye uğratıldı. Osmanlı’da olduğu gibi yeniden iktidarı azınlıklar ele geçirdiler ve devlet organlarından Türk kökenliler uzaklaştırıldı. Emperyalizmle girilen siyasi, kültürel, iktisadi ilişkilerde azınlıklardan seçilen kişiler devlet organlarına, kurumlara yerleştirildi. Siyasal yelpazede yer alan sağ, sol, milliyetçilik, İslamcılık vb. bu kesimlerin kontrolüne verildi.
Türkiye’de en büyük operasyon da milliyetçilik üzerinde yapıldı.
Toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan Türkleri kendi kimliklerinden nefret ettirmek için milliyetçiliğin en sapkın, en kirli örnekleri topluma sunuldu. Milliyetçilik, özellikle Ermeni kimlikli kişilere teslim edildi. Onlar da rollerini çok iyi biçimde oynadılar ve oynuyorlar.
Özellikle 1960- 1980 arası dönem, büyük alt üst oluşların ve kırılmaların yaşandığı dönemdir. Türkiye’nin uluslararası kapitalist sisteme entegrasyonunun sağlandığı 1980 yılına gelebilmek için sağ ve sol çatışmaları örgütlendi. 6000 kişinin hayatını yitirdiği bu kanlı süreçte sol ve milliyetçilik kaybedenler olurken, dincilik kazanan oldu. Bu çatışmalı süreçte dinci kesim, toplumsal hayatın dinselleştirilme sürecinde kullanılması için çatışmaların dışında tutuldu. 1980 sonrası dönemde sol ile Müslüman akımlar arasında iyi ilişkiler oluşturuldu. Diğer yandan milliyetçi çevreler, şeriata yönlendirildi. Milliyetçilik seriatçılığa evrilirken solcular da sistem içine çekilerek ehlileştirildi. Milliyetçilikle solculuk arasına bitmeyen bir kan davası sokuldu. Şu an her iki kesim de Pavlov’un köpekleri gibi karşı tarafın sembollerini görünce, duyunca büyük bir tepki gösteriyor.
Bozkurtta onlardan biri…
Türk toplumunun binlerce yıllık sembolü, Nato milliyetçilerinin, mafyanın, çek senet tahsilatçılarının eline verildi. Binlerce yıllık Ergenekon Destanı, FETÖ’nün operasyon adı oldu. Ergenekon’la fuhuş yan yana getirilerek toplum şartlandırıldı.
Elif Ana’nın senaristleri, yönetmenleri işte bu şartlanmışlığa oynuyorlar.
ABD’nin sembolü kel kartaldır.
Fransa’nın horozdur.
Rusya’nın ayıdır.
Kanada’nın kunduzdur.
İspanya’nın boğadır.
İngiltere’nin aslandır.
Bu ülkelerin hiçbirinde solcular akıllarından ayıyla, horozla, aslanla, kartalla kavga etmek geçmez ve bu sembollerle barışıktır.
Türkiye’deki solcuların kurda düşman olmasının nedenini ülkedeki azınlık hegemonyasında ve milliyetçilerle solcular arasındaki kan davasında aramak gerekir.
Elif Ana filmi, gerici bir filmdir.
Filmin senaryosunu etnik milliyetçilik gözlüğü takmış Nihat Behram gibi bir solcunun yazması da bu niteliği değiştirmez.
Elif Ana’nın bir ermiş, evliya olduğu Alevi çevreler tarafından öne sürülüyor. Ermiş, evliya olanların mutlaka keramet sahibi olmaları gerekir. Elif Ana da, yedi yaşından sonra keramet sahibi olmuş.
Filmin yönetmenleri, din içerikli bir film çekerken, din- bilim çelişmesinde din cephesinde yer alarak bilime meydan okumuşlar. Orhan Aydın (filmde milletvekili) Elif Ana’nın kerametlerini sıralayınca doktor, “Bu zamanda böyle hurafelere mi inanıyorsunuz?” diye tepki gösterince milletvekili, “Ama dedikleri doğru çıkıyor.” diyerek olumluyor.
Yine çocuk sahibi olamayan evli öğretmen çiftler çareyi Elif Ana’ya gitmekte buluyorlar. Elif Ana bir doktora gidip gitmediğini sormadan cebinden çıkardığı bir kırmızı elmayı vererek, “Bu elmanın yarısını sen, yarısını da kocan yatmadan önce yesin.” der. Alttaki fotoğraf elmanın verildiği sahne.
Elmayı yiyen öğretmen çiftlerin, 9 ay 10 gün sonra nur topu gibi evlatları olur. Aynı sorunu yaşayan öğretmen çiftin çocukları da Elif Ana yöntemi ile hamile kalırlar.
Etnik milliyetçilik ve mezhepçilikle soslanmış solculuğun geldiği yer, bilim karşısında hurafe ve safsata cephesinde mevzilenmek oluyor. Menzil tarikatının mırmırık çorbası ile Elif Ana’nın cadı elması aynı işlevi görüyor. Geçmiş yıllarda sağ iktidarlar eliyle kitleler hurafelerle uyutulurdu. Şimdi bu kervana çakma solcular da katıldılar. Türkiye 1980’den sonra İslamcı bir rotaya sokuldu. AKP iktidarı döneminde de devlet değişime sokularak devlet idaresi şeriata uygun uygun hale getirildi ve toplumsal, kültürel ortam dinselleştirildi. Milli eğitim, tarikat, cemaat, medrese kurumlarıyla düşünce hayatından bilimsel düşünce lanetlenerek, kovulurken sol cenahta da sulandırılmış laiklik, inançlara saygı gibi sloganlarla laik kesimin aklı karıştırılarak gidişe uyumlu, ses çıkarmayan bir toplum yaratılıyor.
Diğer yandan Türk toplumunun aydınlanma ve çağdaşlaşma çabalarına küfür ederek saldıranlar gericiliğin, emperyalizmin saflarında yer tutarak bilim düşmanlığı yapıyorlar.
Sanat adına ortaya koydukları şey, aydınlanma düşmanlığıdır.
Elif Ana filmini de bu temelde değerlendirip ele almak gerekiyor.