Son bir iki haftadır Suriyeli, Göçmen, Mülteci konusunu tartışıp duruyoruz.
Hangi kanalı açarsak açalım bu konu çıkıyor karşımıza.
8 Mayıs 2022 tarihli Sözcü gazetesi ön sayfasının neredeyse tamamına yakınını bu konuya ayırmış. En üstte gazeteci Yılmaz Özdil’in, “Bu sessiz istila değil gümbür gümbür istila” cümlesi var. Orta bölümde ise muhalefet, iktidarın mülteci politikasını “Türkiye’yi para karşılığı göçmen deposu yaptılar.” diyerek özetlemiş.
Biz Horozlu Ayna olarak daha üç yıl öncesinden bu konunun adını istila olarak koyup birçok yazı kaleme almıştık.
Şimdi birçok aydın ve çevre, bizim söylediklerimizin bir kısmını dillendirmeye başladı.
Horozlu Ayna, bazı keskin solcular gibi yabancılardan fonlanmadığı ve bazı sağcılar gibi iktidarın nimetlerinden yemlenmediği için doğru bildiğini cesaretle söyledi.
Bu işin uluslararası bir proje olduğunu ve bu projenin Türkiye’de sağcı, solcu, milliyetçi, Atatürkçü, Kürtçü görevlilerinin olduğunu söylemiştik.
İlk Suriyeli göçmen gruplarının Türkiye’ye ayak basmaya başladığı ve Davutoğlu’nun, “100 bin Suriyeli sayısı, kırmızı çizgimizdir.” diyerek konuştuğu günlerde, “İngiltere istihbarat servisinin Türkiye’ye 2 milyon Afgan’ı getirmek için özel çalışma yürüttüğü ve bu temelde Türkiye’de, Afganistan’da özel birimler oluşturduğu…” haberi gözümüzden kaçmadı.
Nitekim; Afganlar, Pakistanlılar rahat rahat geçsinler diye Türkiye- İran sınırındaki mayınlar, AB’nin verdiği parayla temizlendi.
Türkiye – Suriye sınırındaki mayınlar ise Araplar kolay geçsinler diye çoktan sökülmüştü.
Dört yıl önce basına sızdırılan bir Amerikan belgesinde, “Türkiye’nin Suriye ve Irak’la olan sınırları önümüzdeki süreçte belirsizleşecek.” diye yazıyordu.
Dedikleri gibi de oldu.
Bugün, Türkiye’nin Suriye ve Irak sınırı nerede başlayıp nerede sona erdiğini hiç kimse söyleyemez. Var olan eski haritalar geçmişte kaldı. Tampon bölgelerle, güvenlik bölgeleriyle sınırlar değiştiriliyor. Terör ve mülteci sorunlarının çözümü için bölge devlet yönetimleriyle ilişki kurmaktan özellikle kaçınılıyor. Bu kangrenleşmiş çözülmeyen fiili durum, emperyalizmin, siyonizmin işine yarıyor.
Türkiye, AKP eliyle emperyalist planlar doğrultusunda karanlık, belirsiz bir sürece sokuldu.
Halk, satılmış medyanın bütün şartlandırma propagandalarına rağmen gerçeği görerek net bir tutum aldı. Kamuoyu araştırmalarında vatandaşların ezici çoğunluğu,”Mülteciler kendi ülkelerine dönsün.” mesajı veriyor. Göçmen istilasının siyasi mimarları olan AKP ve MHP partilerinin tabanı da “gitsinler” diyor.
Kadir Has Üniversitesi’nin her yıl düzenli olarak yaptırdığı siyasi, sosyal araştırmada Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki vatandaşlar da, “Türkiye’de en büyük sorun, mültecilerdir.” diyorlar.
ABD ve AB yöneticilerinin bölge sorumlusu olan HDP yöneticileri ise, vatandaşların bu haklı talebini görmezden gelerek mültecilerin Türkiye’de kalıcı hale gelmesi için çalışma yürütülmesi gerektiği görüşünü savunuyorlar.
Vatandaşın sesine kulaklarını tıkayanların yalnızca HDP’lilerle sınırlı olmadığını değişik dönemlerde belirttik. CHP daha düne kadar yazılı belgelerinde, “Suriyeli sığınmacılar bu topluma entegre edilmelidir. Bu temelde çalışmalara hız verilmelidir.” diyerek AB tavsiyelerini savunuyordu.
Şimdi ise halkın tepkisi üstüne taktik değiştirdiler ve son yapılan grup toplantısında Kılıçdaroğlu, yaşanan sorunu “istila” diye tanımladı.
“İktidara geldiğimizde iki yıl içinde Suriyelileri ikna ederek, davul zurna çalarak kendi ülkelerine göndereceğiz.” diyorlar. Suriyelileri gidişe ikna etmek için, AB’den alacakları paralarla Suriye’de güzel evler, hastaneler, okullar yapacaklarmış ve çalışmak için iş yerleri açacaklarmış. Oldu olacak bir de altlarına güzel bir Amerikan arabası ve dört karı da verirlerse bu iş tamamdır.
Şaka bir yana AB, böyle bir parayı Araplar kendi ülkelerine dönsün diye niye versinler? Amerikan ve AB yetkilileri sık sık “Göçmenler Türkiye’de kalmalıdır.” diye görüş belirtmiyorlar mı? Bu temelde AKP yönetimine para verirlerken aynı zamanda devler ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yürüttükleri çalışmalarla Arapları Türkiye’de kalıcı hale getirmek için bir dizi etkinlik düzenlemiyorlar mı?
CHP yöneticileri, vatandaşlardan tecrit olmamak için iki yüzlü bir politika izliyorlar.
Bizim sosyalistlere gelince onların cephesinde değişen bir şey yok!
Onlar sözlerinin eri olarak yıllardır aynı emperyalist tezleri savunuyorlar.
ABD’nin fonladığı Gazete Duvar; Sol Parti, TÖP, Devrimci Parti ve ESP temsilcileriyle mülteci sorununu görüşmüş.
Partiler ortak görüş olarak, mülteci sorununu AKP’nin yarattığının altını çizerek bu sorunun milliyetçi, ırkçı söylemlerle ve Zafer Partisi’nin dediği yöntemlerle çözülemeyeceğini belirtmişler. Özellikle Ümit Özdağ’ı ve tavrını ırkçı ve faşist bulmuşlar. Konuşmalarında bol bol durum tespiti yaptıktan sonrada lafı getirip entegrasyona bağlamışlar. Sorunun çözümü noktasında aynı AKP ve AB elçileri gibi “ Mülteciler Türkiye’de kalmalıdır ve topluma entegrasyonları sağlanmalıdır. Türk vatandaşlarına tanınan her türlü haklar mültecilere de verilmelidir.” diyorlar. Emperyalizme, faşizme, kapitalizme karşı mücadelede Suriyeli emekçilerle omuz omuza olacaklarını belirtmişler. Bizim bu çok cevval sosyalistlerimizin kaç tane Arap, Afgan, Afrikalı örgütleyip mücadele saflarına katıkları merak konusudur. Fabrikalarda, atölyelerde, yoksul semtlerde esamesi okunmayan bu sosyalistlerimizin bu tür romantik tespitlerde bulunmaları karşısında insan, acı acı gülümsemekten kendini alamıyor.
Kaçak göçmen, Suriyeli sorunu Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisidir.
Bu sorunun çözümü doğrultusunda Türk toplumu ile mültecilerin entegrasyonundan söz edenler sıfatı ne olursa olsun emperyalizmin ve siyonizmin işbirlikçisidir. Türkiye’de gerçek anlamda ırkçı olanlar, Anadolu’daki Türk nüfusunu azaltmaya, baskılamaya, asimile ederek yok etmeye yönelik bu operasyonu destekleyenlerdir.
Türkiye’de iktidar nimetlerinden yararlanan ve şeriatçı, dinci propagandadan etkilenen kesimlerin dışında kalan halkın ezici çoğunluğu kaçak göçmenlerin daha doğru bir adlandırmayla istilacıların en kısa zamanda ülkelerine gönderilmesi gerektiğini düşünüp dile getiriyor. Yapılan kamuoyu araştırmalarında bu görüşü destekleyenlerin oranı %80- 90’dır.
Önümüzdeki süreçte toplumun en önemli sorunu bu konu olacaktır ve bu sorun çevresinde gruplaşmalar ve karşıtlıklar oluşacaktır. Bu konuyu halka doğru anlatanlar ve önderlik edenler, halktan bekledikleri desteğin kat kat fazlasını alacaklardır. Zafer Partisi örneği önümüzde duruyor. Ümit Özdağ’ın iki aydan beri söyledikleri Türkiye’nin gündemini belirliyor. Olduğu yerde sayanlar, yıllardır yarım puan bir artışı bile sağlayamayanlar bu örnekten bir ders almalıdırlar. ABD ve AB çıkarlarını bir kenara itip halkın taleplerini savunanların kitleselleşememe diye bir sorunları olamaz.
Yeter ki yüzlerini halka dönsünler.