Medya

Erdoğan’a Kazandırma Kulübü

Yanlış fikirle, doğru karar alınmaz.

Dünyanın en zenginleri listesinin başlarında yer alan Rothschild ailesinin sahibi olduğu The Economist, her yılbaşı kapağı bulmacayı andıran sayısıyla ve dünya gündemine taşıdığı yazılarıyla her zaman tartışma konusu olur.

19 Ocak 2023 tarihli sayısında Erdoğan’ı “diktatör” olarak niteleyerek aşağıdaki görseli paylaştığında AKP çevrelerinden tepki almıştı.


Liberal, muhafazakar bir çizgide yayım yapan Fransız Le Point dergisi de geçmişte Erdoğan’ı “diktatör” diye niteleyerek kapağına taşımıştı. Çin’in Afrika’daki yayılmacılığını “yeni Osmanlı” etiketli Türkiye’nin durduracağına inanan Batı merkezleri, Türkiye’yi Afrika savanlarına yönlendirince zorunlu olarak Türkiye ile oranın eski sömürgeci devleti olan Fransa arasında sorunlar su üstüne çıkmaya başladı. 100 yıldan beri “Kürt” kartını Türkiye’ye karşı kullanan Fransa, Erdoğan yönetiminin Kafkaslarda, Orta Doğu’da ve Afrika’da uyguladığı politikalara yönelik olarak eleştiri oklarını yönelterek, Erdoğan’ın içeride uyguladığı politikaları diktatörlükle nitelemişti.


İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da yayımlanan ünlü dergi ve gazeteler, özellikle Türkiye’deki seçimler öncesinde çıkardıkları sayıların kapaklarında Erdoğan’ı “sultan, diktatör” olarak resmetmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Aşağıda Alman Der Spıegel dergisinin kapağını görüyorsunuz.


Avrupa’da yayımlanan bu dergileri ele alan yandaş basın, ağız birliği ile okuyucularına “Türkiye doğru yolda olduğu için böyle saldırıyorlar, Erdoğan, bir dünya lideridir.” propagandasını hep bir ağızdan tekrarlayıp duruyorlardı. Özellikle iktidarın düşünce üreten merkezlerinden biri olan SETA, bu konuyu ele alarak işin teorik boyutunu kurguluyordu.

Bu arada dünyada önemli gelişmeler oldu. Hamas saldırısını gerekçe olarak kullanan İsrail, Gazze’deki direnişi bombalarla ezerken kuzeydeki Hizbullah’ı da etkisiz hale getirdi. Uzun bir zaman iç savaşta yıpranmış olan Esat yönetimi, Trump- Putin anlaşması ile paldır küldür yıkıldı. Suriye’nin füze savunma sistemleri, ağır silahları ve silah depoları İsrail tarafından yok edildi. Yaşadığımız 1-2 yıl içinde Filistin hareketi ve Hizbullah çok ağır darbeler alarak etkisizleşirken İran, bölgede tecrit edilerek baskılandı. Esat yönetiminin yıkılmasıyla birlikte bölgede bir Batı ve siyonizm projesi olan “Büyük Kürdistan”ın kurulmasının nesnel koşulları oluştu.

Son haftalarda ABD ve İngiliz çevrelerinin, Kuzey Irak’taki Barzani yönetimi ile PYD’yi birleştirme ve oluşacak yeni devletin hamiliğini de Türkiye’ye verme çalışmaları hızla yürütülüyor. Türkiye’nin güneyinde bütün bunlar olurken içte de Bahçeli’nin başlattığı “süreç” hızla ilerliyor.

Proje kapsamında güney illerine yoğun olarak yerleştirilen Arapları da kapsayacak bir

Türkmen, Kürt, Arap Federasyonu” Türkiye’nin gündemine sokuldu.

Zaten uzun bir zamandır, AKP sözcüleri tarafından “Türkiye Türkmenlerin, Kürtlerin ve Arapların memleketidir.” diyerek kulaklar bu fikre alıştırılmaya çalışılıyordu.

AKP-MHP ittifakının ortağı olan Hüda-Par, yöneticilerine söyletilen “Kemalizm zehirdir. 100 yıllık Cumhuriyet başta Kürtler olmak üzere tüm azınlıklara zulüm uyguladı. Ulus devlet yönetimi faşizmi üretir.” gibi safsatalarla Cumhuriyet yıkılmak üzere hedefe konuldu.

Türkiye’deki “açılım” kampanyasına biraz ara vererek yeniden Avrupa’daki dergi kapaklarına dönecek olursak Erdoğan açısından sürpriz olan bir gelişme yaşandı. Erdoğan’a “diktatör” demeyi alışkanlık haline getiren Le Point dergisi, AKP yandaşlarına ters köşe yaparak Erdoğan’ı “Yeni dünya düzenine yön verecek 4 lider” arasında saydı.

Gazeteci Yılmaz Özdil’e inat; ABD Başkanı Donald Trump, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in arasına, “Dünya Lideri” olarak Erdoğan da girdi. Doğal olarak bu fırsatı kaçırmayan AKP basını, sayfalarında bu övgüye yer verdiler.

Ne oldu da yıllardır Erdoğan’ı ve uyguladığı politikaları şiddetle eleştiren muhafazakar Le Point dergisi editörleri, izledikleri çizgiye aykırı olan görüşleri bugün savunmaya başladılar?

Bu sorunun doğru yanıtı, Türkiye’de uygulamaya konulan “federasyon” projesinin içinde gizlidir. ABD, AB ve siyonist çevrelerin 1965 yılından beri değişik zamanlarda Türkiye’yi yöneten liderlere önerdikleri “Türk-Kürt federasyonu kurun, Irak’taki ve Suriye’deki Kürtler de size katılsın, Musul petrolleri de sizin olsun” tavsiyeleri bugünlerde hayat buluyor. Türkiye’yi büyüterek küçültme ve Cumhuriyet’i yıkma projeleri geçen yıllar içinde gerçekleşme koşulları oluşmamıştı. Bir proje partisi olan AKP, iktidarı boyunca Orta Doğu’da uygulanan Arap Baharı konusunda üstlendiği görevleri eksiksiz olarak yerine getirmişti. Şimdi ilan edilen Kürt Baharı’na sıra geldi.

Bu anlamda içte gerekli yasal düzenlemeler yapılarak bu sürece takoz koyacak kesimlerin tasfiyesi gerçekleştirilecek. Bu tasfiye süreci de kendini hiçbir hukuki sınırlamaya tabi kılmadan devlet zoruyla gerçekleştirilecektir. Şu anda bu sürecin girdabı içindeyiz.

Ayrıca ülke dışına çıkarak biraz yukarıdan dünyaya baktığımızda, Batılı emperyalist merkezlerin Türkiye’deki ortaklarının önüne görev olarak koydukları, Orta Doğu’da, Afrika’daki bazı Müslüman ülkeleri ve Türk Cumhuriyetlerini kapsayan Asrika Birleşik Devletleri projesini gerçekleştirme çalışmalarını görüyoruz.

Türk Cumhuriyetlerinin toprakları altında dünya enerji kaynaklarının %60’ı bulunuyor. Bu toprakları kontrol eden güç, aynı zamanda Rusya’yı ve Çin’i kontrol eder. Türk Cumhuriyetlerine egemen olmanın yolu Türkiye’den geçiyor. Türkiye’yi kontrol eden Asya’nın derinliklerini, Afrika’nın ve Orta Doğu’nun önemli bir bölümünü kontrol eder. İşte bu amacı gerçekleştirecek ve ona göre mevzilendirilmiş bir AKP, Batının proje üreten güçlerinden her türlü övgüyü alıyor. Devleti ele geçiren ve bu görevle kendisine bir misyon biçen AKP yönetimi, çok uzun yıllar iktidarda kalmayı hedefliyor. Le Point’in saydığı liderler arasında Trump hariç, hiçbiri seçimle değiştirilemez. Erdoğan yönetimini iktidardan indirecek bir muhalefet, 23 yıldır Türkiye’de ortaya çıkmadı. Yukarıda anlatılan görevleri gerçekleştirecek uluslararası bir projeyi zaafa uğratacak bir muhalefetin önü, partilere yapılan operasyonlarla çok öncesinden kesildi ve partilerin başına işbirlikçiler yerleştirildi.

Bugün CHP, etnik milliyetçilerin işgali altındadır.

Sol, sosyalist partiler, etnik milliyetçilerin kontrolünde olarak 1965 yılından beri Kürtçülüğe hizmet ediyor ve sosyalist partilerin söylemi ve politikaları Kürdistan projesine hizmet eder bir haldedir.

Şimdiye kadar Milliyetçilik, MHP eliyle kontrol edildi. Bugün Türk Milliyetçiliği kullanılarak Anadolu’dan Türklük kazınıyor.

MHP’nin dışında kalan Milliyetçilerin aklı ise Türk- İslam Sentezi ile dumura uğramıştır. Türkiye’deki sol da, Milliyetçilik de emperyalist merkezler tarafından yozlaştırılıp, dişleri sökülerek etkisiz hale getirilmiştir.

Bu koşullar altında AKP yönetimi, önlerinde duran projeyi hayata geçirmek ve önümüzdeki seçimi garantiye almak için operasyon üstüne operasyon yapıyor. Tüm bu işleri yaparken de kendini hiçbir yasa ve kuralla sınırlamadığını belirtmiştik. Kürt kesimini tutuklamalarla, kayyımlarla hizaya getirirken Ana Muhalefet Partisi’ni bölerek, liderlerini etkisizleştirerek Belediyeleri parasal sıkıntıların içine sokarak seçimlerde ciddi bir güç olmaktan çıkarmaya çalışıyor.

Erdoğan her seçimde rakibin kendisi seçmiştir.

Bu seçimde de öyle yapacak.

Türkiye’de Pandoranın Kutusu açıldı.

AKP+MHP ve DEM ittifakı, yukarıda anlatmaya çalıştığımız uluslararası koşullarda kurulmuştur.

Yapılan gözaltılar, Irak’taki bazı yerleri bombalamalar ve SİHA nokta atışları kimseyi yanıltmasın.

Büyük resimde Türkmen+Kürt+Arap konfederasyonu görülüyorsa ki, apaçık görülüyor; hedefe doğru giderken olabilecek itiş kakışların, ağız dalaşlarının -vatandaşın aklını karıştırdığı için- faydası bile vardır. AKP-MHP ortaklığı, bütün bu işleri yaparken “Anayasanın ilk dört maddesine dokundurmayız, üniter devletten taviz vermeyiz, anadil milleti böler.” gibi söylemlerden de vaz geçmiyor. Sisli puslu havada kimin ne dediği belli olmadığı koşullar, sürece hizmet ediyor ve en politik olan çevrelerin bile aklı karışıyor. İşte bu koşullarda PKK’nın legal örgütlenmesi olan KCK üyeleri gözaltına alındı ve 30 kişi tutuklandı. Bu fiili durumu protesto etmek için Çağlayan Adliyesi önünde toplanan DEM ve sol partiler, ortak bir basın açıklaması düzenleyerek önümüzdeki dönemde yapacaklarının ip uçlarını verdiler.

20 Şubat 2025 tarihinde DEM Parti, EHP, EMEP, Halkevleri, SMF, SOL Parti, TÖP ve TİP, ortak bir basın açıklaması yaparak “Tek adam yönetimi tarihin çöplüğüne atılacaktır.” dediler. Açıklamadan 2 gün sonra da aynı bileşenler Çağlayan Adliyesi önünde toplandılar.

Adliye önündeki açıklamaya CHP İl Başkanı, KESK ve DİSK temsilcileri, Hayvan Hakları Savunucuları ve LGBT temsilcisi de katıldı. Neredeyse TKP dışında kalan tüm partiler, açıklamada yerlerini almışlardı.

Peki ne söylediler?

Zamlardan, hayat pahalılığından, baskılardan, tutuklamalardan dert yanarak, AKP iktidarının ömrünü tamamladığı öne sürülerek yeniyi doğurmak için birleşik halk muhalefetinin inşa edilmesi gerektiği öne sürüldü. CHP İl Başkanı Özgür Çelik de “Barış ve kardeşlik için birlikte mücadele edeceğiz” dedi.

Konuşmacı kişilerin durmadan tekrarladıkları “Bu coğrafyada…” sözleri, Cumhuriyetin kuruluşunu tescilleyen Lozan Anlaşması ile barışık olmadıklarını gösteriyordu. Bildiğiniz gibi Sevr Anlaşması’nda Anadolu’da kurulması planlanan Ermenistan ve Kürdistan devletleri, Kurtuluş Savaşı sonunda hayal olmuştu. Bu yüzden Ermeni ve Kürt çevreleri, Türkiye’nin Lozan’da belirlenen sınırlarını kabul etmeyerek “Türkiye, ülkemiz” tanımlarını reddederek “Bu coğrafya” tabirini kullanmayı yeğliyorlar.

Bu kadar hastalıklı bir düşünceyle Türkiye’de solculuk yapılabilir mi?

Başka bir ülkenin devrimcisine bu durum anlatılsa o kişi bu duruma götüyle güler.

Etnik düşünceyle aklını bozmuş ve gördüğü hezeyanları solculuk sayan bir anlayış, sadece bizim ülkeye mahsustur.

Küresel çetenin işbirlikçisi olmuş bu düşüncenin sol, sosyalist değerlerle bir ilişkisi de yoktur.

Bazı sol kavramları kullanmak kişiyi devrimci kılmaz.

Bir sosyalist hareketin devrimciliği, eyleminin içeriğinde saklıdır.

Bugün DEM Partisi’nin kuyruğuna yapışan sosyalistler, emperyalizmin ve siyonizmin değirmenine su taşıyorlar. Cumhuriyete, HÜDA-PAR ve DEM Parti ağzıyla saldıranlar kendilerini Şeyh Sait’in, Said-i Kürdi’nin ve AKP’nin yanında bulurlar.

Türkiye’de, açılım söylemiyle birlikte başta CHP olmak üzere sol partiler ve DEM Parti ittifakı kurulsun söylemi dillendiriliyor ve bu konuyla ilgili olarak çalışmalar yürütülüyor. Bu ittifak, finansmanı İngiltere’de sağlanmış televizyon kanallarında Kürtçüler tarafından savunuluyor. Kurulacak bu ittifak, solu doğrudan doğruya emperyalizmin işbirlikçisi haline getireceği gibi İngiliz istihbaratının damgasını taşıyan bu cephe, Erdoğan’ı önümüzdeki dönemde yapılacak seçimde güle oynaya iktidara taşıyacaktır.

Bugünün devrimci görevi; ulus devleti savunmak, Türk ulusunu bu topraklardan silecek adımlara karşı duracak ve demokratik laik, hukuk devletinden taviz vermeyen Cumhuriyet değerlerini savunan bir hat izlemektir.

Selahattin Demirtaş, “Bu iş, Haziran ayına kadar bitecek.” derken CHP yöneticileri parti içinde seçim yaparak kitlesini sahte gündemlerle oyalıyor.

Cumhurbaşkanı adayını seçimle belirlesen ne yazar?

Senin adayının normal koşullarda aday olma ve kazanma şansı var mı?

Türkiye’nin sorunu, bir an önce seçim yapmak mı, ya da Türkiye’nin bölünmesine engel olmak mı?

Sorunun birinci kısmını onaylayanların kazanma şansı milyarda birdir.

Sorunun ikinci kısmına katılanlar ise ittifaklarını ve bu uğurda yapacaklarını varılacak hedefe uygun olarak belirlemek zorundadırlar.

100 yıllık Cumhuriyetin son yıllarını yaşıyoruz.

Emperyalizmin işbirlikçisi Gorbaçov Başkanlığında, yozlaşmış Sovyet yönetiminin yıkıldığı 90’lı yıllarda yaşıyoruz sanki…

Sovyetlerin yıkılışı ağrılı, sancılı olmuştu.

Milyonlarca Sovyet vatandaşı, 70 yıl önceki sömürüsüz, herkesi eşit olduğu bir dünyadan kapitalizmin cehennemine yeniden dönmüşlerdi.

Bizde de 15 yıl süren Cumhuriyet devriminin kazanımlarının mirasını, 85 yıl har vurup harman savurduk. Müslüman ülkeler denizinde Cumhuriyet devriminin kazanımlarının değerini, bir nefes kadar bilemedik. Elde etiğimiz uygarlığın, yaşamımızda geriye gitmeyecek kadar bize ait, başkalarınca alınamayacak haklar olduğunu sandık. Müslüman ülke aydınlarının “Atatürk’ün değerini bilin” uyarılarının ne anlama geldiğini, bir an için bile olsun hiç düşünmedik.

Gele gele bu günlere geldik.

Şimdi kaybettiklerimizin yasını tutuyoruz.

Yas tutarken diğer yandan da bizi daha kötü yerlere götürecek sahte kahramanların peşine takılmış gidiyoruz.

Varacağımız yerde bize verilecek en büyük paye, yeni Osmanlı’nın tebaası olmak…

Yani kul olmak…

Ya özgürlük, çağdaş, bu dünyanın nimetlerinden yararlanan bağımsız bir ülkenin vatandaşı olmak,ya da kafası hurafeyle dolu, günde 13-14 saat çalışıp asgari ücretle geçinmeye çalışan bir cemaat üyesi…

Karar sizin.

Karar hepimizin…

Yazar hakkında

Ferit Gültekin

Yorum bırak

14  +    =  23

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.