Bu 29 Ekim’de, Cumhuriyetin kuruluşunun 101’inci yılını coşkuyla kutladık.
Yıllardır Ilımlı İslam anlayışıyla yönetilen insanlar, başka zamanlarda pek farkında olmadıkları haklarının ellerinden bir bir gittiğini ve Türkiye’nin sonu belirsiz bir maceraya sokulduğunu gördükçe Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilen devrimlere ve onun önderine daha fazla sahip çıkmaya başladılar. Milyonlarca insan, yapılan gösterilerde Cumhuriyete ve Atatürk’e olan bağlılıklarını gösterdiler. Son dönemlerde yapılan tüm anketlerde Atatürk, %80-90 aralığında bir sonuçla toplumun en değer verdiği lider olarak öne çıkıyor.
Halkımız kendiliğinden de olsa Cumhuriyete ve Kemalist devrime olan sadakatini her ne kadar göstermiş olsa da uluslararası sistem ve onun yerli işbirlikçileri, Türkiye üzerinde halkın beklentilerinden çok uzakta onlara yeni tuzaklar kurmakla uğraşıyorlar.
1938’de Atatürk yönetimine son veren İnönü karşı devrim cephesi, daha üç ay geçmeden iktidarı önce İngilizlere, daha sonra da 1945’de dünyanın süper devleti olan ABD’ye, teslim ederken Batı ile yapılan bir anlaşma ile çok partili hayata geçilerek hükümetin başına sağcı Demokrat Parti getirildi. 1950’lerden bu yana; NATO’ya girildi, Kemalist devrimin kazanımları yok edilerek devlet ve toplumsal hayat tümüyle dinselleştirildi, ekonominin ve siyaset kurumunun geneli, Batılılarca kontrol altına alındı.
1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbe ile sol hareket büyük oranda tasfiye edilirken geride kalanlar ise dişleri sökülüp, tırnakları kesildikten sonra faaliyetlerine izin verildi.
Türkiye ekonomisi, tümüyle küresel sisteme bağlandı ve işçi sendika hareketi boğuldu.
Kapitalizm karşısında yenilen sosyalist sistemin 1990’larda çöküşüyle birlikte dünyada oluşan siyasal boşluğun etkileri her ülkede farklı sonuçlara yol açtı. Batı kulübünün ileri karakolu olan Türkiye’yi o yıla kadar bir bütün olarak muhafaza eden güçler, Sovyetlerin yıkılmasından sonra çekmecede tutulan Sevr haritalarını çekmeceden çıkarıp buna uygun adım atmaya başladılar. Türkiye’de var olan etnik gruplar, dışarıdan maddi ve örgütsel olarak desteklendi. Ayrıca 1980 darbesi ile iyice hızlanan dinci örgütlenme, 2002 yılına gelindiğinde iktidara taşındı.
Hiç gitmemek üzere iktidara oturtulan AKP, süreç içinde eski rejimden kalan unsurları; Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlarla tasfiye ederek ve devlete ait kurumları tümüyle ele geçirerek kendi iktidarını kurdu.
AKP, kendi kulvarında üstüne düşen görevleri yerine getirirken muhalefet partileri de yapılan kaset operasyonlarıyla yeni baştan düzenlendi. CHP’de Baykal’ın tasfiye edilerek Kılıçdaroğlu ekibinin getirilmesi, MHP’nin kasetle dizayn edilmesi gibi yapılan tüm bu tür hamleler, AKP iktidarının kalıcı hale getirmesi içindi.
1980 darbesiyle kolu kanadı kırılan sol, sosyalist hareketler ise Batıdan estirilen çok kimliklilik, çok kültürlülük akımıyla zaten çok önceki yıllarda bölücü Kürtçü hareketin esiri haline getirilmişti.
Çeyrek asırlık AKP iktidarı boyunca Türkiye’nin ekonomik varlıkları emperyalistlerle işbirliği yapan Ilımlı İslamcılar tarafından talan edilirken toplum, medya ve diğer başka kurumlar eliyle büyük bir ahlaki yozlaşmanın içine sokuldu.
2. Kürt Açılımı
Türkiye’de kısa başlıklarıyla da olsa bir kısmını dile getirdiğim bu siyasi gelişmeler olurken yaklaşık bir yıldan beri İsrail’in merkezinde olduğu savaş, Orta Doğu’da dalga dalga her tarafa yayılıyor. Emperyalizmin ve siyonizmin desteklediği İsrail, geçmiş yıllarda çevre ülkelere saldırarak topraklarını genişletirken Orta Doğu halklarına da ‘Bu bölgede kuralları ben koyarım’ mesajı veriyordu. Zaten uzun bir zamandır Irak’a ve Suriye’ye yapılan askeri ve siyasal operasyonlarla bölge, siyonizmin yayılmasına uygun hale getirilmişti.
ABD’nin askeri işgali ile Irak üçe bölündü ve Türkiye sınırında Barzanistan kuruldu.
Suriye’nin kuzeyinde PKK devleti kurulması için Suriye’de iç savaş çıkarıldı. PKK’ya tahsis edilen alanlarda yaşayan Araplar, Türkiye’ye süpürülerek alan boşaltıldı. Irak’ın kuzeyinde kurulan Kürt devletinin imarı ve alt yapısı AKP’ye ihale edilerek yandaşlar zengin edildi. Suriye’deki PKK devletinin kuruluşu da, AKP’nin her türlü desteği sayesinde gerçekleşti. Batı emperyalizmi ve siyonizm, Orta Doğu’daki planlarını hayata geçirebilmek ve sınırları yeni baştan çizebilmek için yıllardır bölgede Kürt kartını kullanıyor. İsrail’in güvenliği emperyalizm açısından çok önemlidir. Araplara, İran’a ve Türkiye’ye karşı kullanılabilecek en önemli güç, Kürtlerdir. Siyonizm, bölgede yapılacak savaşlarda kullanmak için 1 milyon kişilik Kürt ordusuna ihtiyaç duyuyor. Bu kaynak Kürtlerde fazlasıyla vardır. Dünya Bankasından sağlanan milyonlarca dolarlık kredilerle Kürt nüfusun çoğalması için bölgede çalışmalar bu amaca dönük olarak yapıldı. Kürt nüfusun siyasallaşmış en militan kesimleri Türkiye’de yaşıyor. Cumhuriyetin 101’inci yıl dönümünde Batılı oyun kurucular, ülkede Kürtçü harekete karşı en keskin söylemi olan MHP’nin liderine Kürt olimpiyat meşalesini yakma ve Kürt açılımını başlatma görevini verdiler.
Devlet Bahçeli’nin başlattığı bu açılımın; başta Türkiye olmak üzere İran’ı, Irak’ı ve Suriye’yi kapsamı içine aldığının ip uçlarını yapılan devletler arası görüşmelerden ve kamuoyuna verilen demeçlerden anlamak mümkündür. Erdoğan; İran, Barzani ve Irak yönetimi ile durmadan görüşüyor. İsrail’le Barzani yönetimi askeri, ekonomik işbirliklerini geliştiriyorlar. Türkiye ile Irak arasında enerji koridoru kurma ve terörle mücadele konusunda işbirliği yapma anlaşmaları imzalandı. Erdoğan, Esat’la masaya oturmak için can atıyor. Suriye’deki İran’lı milisler, savaşmak için Lübnan’a geçerlerken Suriye’deki Türkiye’nin kontrol ettiği cihatçı güçler ABD’nin yönlendirmesiyle Esat yönetimine karşı savaşmak için harekete geçtiler. Suriye’nin kuzeyindeki PYD güçleri, Türkiye’ye saldırmak için ABD’nin işaretini bekliyorlar.
Bu arada Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine askeri operasyon hazırlıkları yaptığı haberleriyle, Türkiye’nin Suriye’deki PKK devletine garantör olacağına dair haberler birbirine karışıyor.
ABD, AB, İngiltere, Almanya, Fransa, İsrail ve Rusya gibi devletler, Kürtlerin yaşadığı alanlarda etkili olmak ve sürece kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmak için her türlü oyunu sahneye koyuyorlar. Bu kadar fazla güç merkezinin olduğu bu alanda sabah kurulan ittifaklar akşama varmadan bozuluyor.
Kandil’deki PKK lideri Duran Kalkan, geçtiğimiz günler içinde verdiği demeçte “Savaşın asıl merkezi Türkiye olacak.” demişti.
Suriye’nin güneyinden PKK bölgesini birbirine bağlayacak Davud Koridoru’nu kurma çalışmaları yürütülürken diğer yandan da PKK’nın kontrol ettiği Partiya Kurdistani (PAKURD) liderlerinden İbrahim Halil Baran, “İsrail’in güvenliği için bölgede Kürt devleti kurulması” fikrini ifade etti ve Yeni Orta Doğu için İsrail-Kürt İttifakı” adlı dijital konferansın müjdesini verdi.
İran’ın ve Türkiye’nin bölgede uyguladığı politikaları eleştiren Baran, “Orta Doğu’da olası sınır değişiklikleri gündemdeyken, egemen bir Kürt devletinin kurulması, Kürt halklarının, İsrail’in güvenliğinin ve bölgesel istikrarın sağlanması için kritik bir önem taşımaktadır. İsrail, dost bir Kürdistan’ın kurulmasını desteklemek için hangi adımları atabilir ve yakın gelecekte işbirliği olanakları nelerdir?” diyerek sorularını yöneltti. 14 Kasım’da yapılması düşünülen panelde bu soruların yanıtları aranacak.
PKK, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve onun tetikçisi olmak için can atıyor.
Panelistler ise İsrail derin devletinin görevlisidirler.
Orta Doğu’da cadı kazanları kurulup kaynatılırken Bahçeli’nin bir hamlesiyle Türkiye’de de 2. Kürt açılımı başlatıldı. Açılımı başlatanlar terörü bitirme ve kardeşliği sağlama amaçlı olduğunu söyleyerek kitleleri uyutmaya çalışıyorlar. Apo’nun Meclis’e gidip konuşma yapma konusu hararetli bir şekilde tartışılırken AKP yönetimi, Esenyurt’a bir operasyon yaparak belediye başkanını tutukladı. Açılımın ruhuna ters bu davranışı, vatandaşlar mantığa büründürmekte biraz zorluk çektiler. AKP ile birlikte yapılacak bir açılımın hayallerini kuran Kürt çevreleri, Esenyurt saldırısına çok kızdılar ve “Kent uzlaşısı” ile gerçekleşen CHP- DEM İttifakını, herkesin göreceği şekilde açık ettiler.
Bugünün koşullarında AKP+MHP+ Abdullah Öcalan bir yanda, CHP+DEM Parti+ Selahattin Demirtaş diğer yanda yer almış gözüküyor. Kandil’deki eski tüfek yöneticilerin CHP+DEM ittifakına yakın durdukları anlaşılıyor. Oluşan bu iki ittifaka karşı, milliyetçi çevrelerde birleşme ve bir merkez oluşturma çalışmalarının yürütüldüğü görülüyor.
Açılımla Türkiye’nin bölünmesi, idari şeklinin tümüyle değişmesi ve bir iç savaş tehdidi karşısında Türkiye’de kartlar yeniden karılıyor. Bu koşullarda eskinin geleneksel siyasi cepheleri ve söylemleri ile bu koşullar açıklanamaz.
Türkiye’deki sol, sosyalist partiler; AKP blokuna karşı mücadele edecek CHP+DEM Parti +Sosyalist Partiler İttifakının kurulması çağrısında bulunmaya başladılar bile…
“Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, barış, hukuk” gibi sloganlarla süslenen bu siyonist projeden asla özgürlüğün, eşitliğin, kardeşliğin çıkmayacağını Orta Doğu tarihi bizlere defalarca gösterdi.
AKP Bloku, Kürtlerin dinci kesimlerini ve Apo’yu yedekleyerek hedefine doğru yürüyor. Kitlelerin kulakları bölünme fikrine alıştırıldığında ardından Araplar da öne sürülecektir. Uzun zamandır Anadolu topraklarının Türkmen, Kürt ve Arap toplulukların ortak vatanı olduğu düşüncesi sık sık AKP ileri gelenlerince dile getiriliyor. Yahudi düşünür Bernard Lewis’nin önerdiği Orta Doğu Birleşik Devletler Federasyonu’nun temelleri yıllar önce atıldı. Siyonizmin merkezinde yer alacağı bu proje, ulus devletlerin yıkımı üzerinden inşa ediliyor. Anadolu’daki Türk varlığının sona erdirilmesi ve emperyalizmin bizi etnik ve mezhep cehennemine sokmayı hedefleyen bu proje, istenildiği kadar “özgürlük, adalet, kardeşlik” cilasıyla boyanırsa boyansın sonuçta, gerici ve karşı devrimci bir projedir. CHP’nin kontrol ettiği; Halk TV, TELE1, KRT ve Sözcü TV’de ne kadar ayrılıkçı Kürtçü varsa hepsi ekrana çıkarılıp, konuşturuluyor. Etnik temelde bölünme kaçınılmaz bir kader gibi savunuluyor. Sol ve Atatürkçü maskeler takan ve maaşa bağlanmış aydınlar(!), kitleleri etnik – mezhep tuzağına çekiyorlar.
Bu satılmış adamların kahramanları da; Osman Kavala ile Selahattin Demirtaş’tır.
Herkes kendine benzeyeni sever.
Aşağıda yer alan fotoğrafı arama motorlarından aldım. Buna benzer fotoğraflarda Türkiye’nin siyaset pazarında yıldızları parlatılan yazarları, aydınları ve politikacıları bolca görebilirsiniz. Biz yine de ele aldığımız fotoğrafa dönecek olursak kadrajda Osman Kavala’yı, Selahattin Demirtaş’ı, MOSSAD görevlisi Ofra Bengio’yu ve Salih Muslim’i görüyoruz. Bu yapılan toplantının katılımcıları ise; Kürt İnsan Hakları Projesi(KHPR) ve AB Türkiye Sivil Komisyonu (EUTCC) temsilcileridir.
Osman Kavala’yı içeri tıkan AKP’nin, AB tavsiyeleri doğrultusunda Sorosçu TESEV’le birlikte Cumhuriyetin kökünü birlikte kazıdıklarını aklımızdan hiç çıkarmayalım.
Toplumda bir siyasal tsunami etkisi yaratacağı görülen Kürt açılımının siyasal sonuçları, var olan partileri de önüne katıp yıkacaktır.
Bu dalgada en önce yıkılacak olan parti CHP’dir.
Uzun zamandır bir Kürt işgaline uğratılan partinin yöneticilerinin, açılımın en önde giden bayraktarı olmalarına, partide itiraz sesleri yükselmeye başlamıştır. CHP’nin eski Hatay Belediye Başkanı olan Lütfü Savaş, bir bildiri yayımlayarak CHP+DEM İttifakının Türkiye’nin bölünmesine yol açacağını belirterek mücadele etmeye çağırdı. Bu çağrıya Genel Merkezden gelen yanıt; Lütfü Savaş’ı kesin ihraç talebiyle Disiplin Kuruluna sevk etmek oldu. Ankara’da oluşturulan Milli Düşünce Merkezi ilk salon toplantısını yaparak bir bildiriyi kamuoyuna duyurdular. Yapılan toplantıya Mansur Yavaş, çelenk gönderdi. Daha başkaları da çıkacak ve CHP’nin Kürt etnik milliyetçilerinin işgaline karşı tavır alınarak Cumhuriyet değerleri savunulacak.
AKP’nin merkezinde yer aldığı cephe, belediyelere kayyım atayarak CHP ile DEM arasında yapılan ittifakı görünür kıldı. CHP’nin DEM’le kuracağı ittifakın sonucunda CHP, ‘Bölücülük yapmakla’ suçlanıp, kapatılabilir. AKP açılım yollarında yalnız ve belirleyen güç olarak yürümek istiyor ve hiçbir zaman kontrolü kaybetmek istemiyor. CHP, ‘bölücülükten’ kapatılırsa arkasında Kürtlerden başka ağlayanı olmaz. CHP ile DEM Parti yöneticilerinin söylemleri arasında zerrece bir fark kalmadı. Özgür Özel’in Ahmet Türk’le yan yana poz vermesi, onu “Barış Güvercini” ilan etmesi ve “Kürtler yeter diyene kadar ne hak isterlerse hepsini vereceğiz.” demek açıkça Kürdistan’ı savunmak demektir.
Bölgenin içinde bulunduğu durum ve güç dengeleri açısından bakarsak; Kürtleri “Bağımsız, Birleşik Kürdistan” seçeneklerinin dışında hiçbir çözüm tatmin etmez. Kürt siyasetçileri de emperyalist çevreler de bunu açık açık dile getiriyorlar. Bu uzlaşmaz çatışmada; “eşitlik, kardeşlik, barış, hukuk, seçilenler demokrasisi, atamaya hayır, % şu kadar oy almış bir kişi görevinden alınamaz” gibi laflar, bir palavradan ibarettir.
İç çatışmaların, gerilimlerin arttığı koşullarda ‘normal dönemlerin kuralları’ geçersiz olur.
Dünyanın hiçbir üniter devletinde silahlı mücadele veren bir siyasal hareketin legal partisine siyaset yapma hakkı tanınmaz ve onların temsilcileri Meclis’e sokulmaz.
Böyle bir garabet olsa olsa Türkiye’de olur ancak.
Bu garabetin sorumlusu da bir Amerikan, İsrail dostu(!) olan Erdal İnönü’dür.
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı olan sosyal demokratların partisi SHP, AB tavsiyeleri doğrultusunda Leyla Zanaları Meclis’e sokmuştu.
Şimdi DEM Partili Milletvekilleri, parmaklarını sallayarak, kürsüyü yumruklayarak Kürdistan’ın nereleri kapsadığı konusunda diğerlerine siyaset, tarih dersi veriyorlar. Başkanlık kürsüsünde oturan Sırrı Süreyya Önder de bıyığını burarak büyük bir keyifle anlatılanları dinliyor.
Böyle bir sahneyi; İtalya’da, Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de, Amerika’da asla göremezsiniz.
Böyle suç işleyenler, ebediyen hiç çıkmamak üzere cehenneme atılır.
Böyle bir maskaralık, Türkiye’de “demokrasi” paketiyle yutturuldu.
Ak koyun kara koyun geçitte belli olur.
Normal zamanda yüzlere takılan maskeler, çatışmalı ortamlarda pek işe yaramaz ve herkes kendi meşrebine uygun olan saflarda yerini alır. Kimlerin; Vahdettin, Anzavur, Damat Ferit, Ali Kemal, Şeyh Sait, Seyit Rıza ve İngiliz Muhipler Cemiyeti taraftarı olduğuna çok yakında tanık olacağız.
Sevr’i savunanlarla Lozan’a sahip çıkanları çok yakında göreceğiz.
Duruşumuz da, fikirlerimiz de net olmalıdır.
Cumhuriyetin değerlerini, aydınlanmayı, bilimden yana olmayı, üniter devleti sonuna kadar savunacağız.
Bölünmeye karşı çıkacağız.
Gerici temelde ümmet sosuna batırılmış karanlığa da, özgürlük-barış-kardeşlik sloganlı etnik esaslı siyonist projeyi de biliyor, tanıyoruz.
Her ikisinin de yolu Kudüs’e, Brüksel’e, Amerika’ya çıkar.
İçinde bulunduğumuz koşullarda ise; Türk ulusu için Aslanlı Yol’dan geçerek Ankara Kalesi’nin burçlarına yeniden Türk Devrimi’nin bayrağını dikmekten başka bir seçenek görünmüyor.