ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 7 Ağıstos 2003 tarihinde Washington Post’ta “Orta Doğu’yu Dönüştürmek” adlı makalesini yazmasının üstünden tam 21 yıl geçti. Rice, bu makalesinde işaret ettiği ülkelerin içinde bulunduğu durumu kendince açıkladıktan sonra değişim dönüşüm gibi sihirli sözcükleri söyleyerek “Bizim işimiz, Orta Doğu’da daha ileri demokrasi, hoşgörü, refah ve özgürlük arayanlaradır.” demişti. Sam Amca’nın kara derili bakanı, ileri demokrasi, hoşgörü, refah, özgürlük” laflarını ettikten sonra Orta Doğu’ya hemen Arap Baharı geldi.
Tunus’un 23 yıllık diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali, sokak hareketiyle yıkıldı.
Tunus’taki depremin etkisiyle Mısır’daki 30 yıllık Hüsnü Mübarek diktatörlüğü de yıkıldı.
İki deprem merkezi arasında kalan Kaddafi, ülkesinde kurduğu rejimini de kendisini de kurtaramadı ve vahşice katledildi.
Atlantik’ten üfürülen Arap Baharı, nedense Suud ve Körfez ülkelerine hiç uğramayarak Suriye’ye yöneldi.
Bu arada Irak’taki Saddam’ın defteri çoktan dürülmüştü.
Condoleezza Rice’ın “Orta Doğu dönüşecek ve 22 ülkenin sınırları değişecek.” demesinden sonra milyonlarca insan canından, yurdundan, sevdiklerinden oldu. Amerikalılar, Orta Doğu’da uygulanan planın daha iyi anlaşılabilmesi için BOP haritasını, 2006 yılında ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde yayımladılar.
Bu haritada Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğu’sunda “Özgür Kürdistan”ın kurulduğu ve Türkiye ile Türk dünyası arasına Kürdistan ve Ermenistan duvarları örülerek Türklerin, Anadolu’nun bir bölümüne hapsedildiği, ayrıca Kürdistan’a, Artvin ili verilerek Karadeniz’de kıyı sahibi yapıldığı görülüyor. Bu harita, Türk halkının çok yakından bildiği ve ders kitaplarında da yer alan Sevr Anlaşması (1920) ile Anadolu topraklarının paylaşıldığı haritayı hatırlatıyor bizlere.
“Avrupa’nın Hasta Adamı” olan Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan topraklar, İtilaf Devletleri olan İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya’sı tarafından paylaşılmıştı. 1. Dünya Savaşı koşullarında Sykes-Picot Anlaşması olarak şekillenen anlaşma ile “Hasta Adam”ın Orta Doğu’da ve Anadolu’daki toprakları, bu adları anılan ülkeler tarafından ele geçirildi. Rusya’da 1917’de gerçekleşen devrim sonrası Bolşevikler, bu anlaşmadan çekildikleri gibi gizli anlaşmanın içeriğini de açıkladılar. Çarlık rejimi devrimle devre dışı kalınca İngilizler ve Fransızlar ikili olarak Orta Doğu’yu şekillendirmeye devam ettiler. Sevr koşullarını reddeden Türk devrimi, Anadolu üzerine planlar yapan Batı emperyalizminin oyunlarını bozdu. 1924’te imzalanan Lozan Anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Batılılarca tescil edilirken Türkiye’nin güneyinde yer alan geniş Arap topraklarında İngiliz ve Fransızların kontrolünde yapay devletler oluşturuldu. Aşağıda yer alan Sykes-Picot haritası bizlere Orta Doğu’da yer alan toprakların nasıl paylaşıldığını gösteriyor.
Özellikle bir yıldan beri çevresindeki ülkelere saldıran ve katliamlar yapan İsrail’e ait olan topraklar, o yıllarda yapılan anlaşmaya göre İngilizlerin kontrolüne bırakılmıştı ve bu alan uluslararası bölge ilan edilmişti. Siyonizmin, 1. Dünya Savaşı koşullarında kutsal topraklarda bir Yahudi devleti kurma düşüncesi ise ancak 1948’de gerçekleşecekti. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Yahudi göçmenlerle Filistinliler arasında yer yer çatışmalar çıktı. Sömürgeci İngilizler, her zaman yaptıkları gibi Yahudilerin yanında yer aldılar ve yerli halka baskı ve şiddet uyguladılar.
Mustafa Kemal Atatürk, siyonizmin Orta Doğu’da bir Yahudi devleti kurma girişimlerinin karşısında yer alarak bu tür bir devletin Orta Doğu’ya kan ve gözyaşı getireceği öngörüsünde bulunmuştu. Bugün yaşadıklarımız ise bizlere Mustafa Kemal’in ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Atatürk, dünyada illa bir Yahudi devleti kurulacaksa onun yerinin Yeni Zellanda gibi çok uzaklarda bir yerlerde olması gerektiğini belirtmişti.
İsrail, kurulduğundan bu yana emperyalizmin Orta Doğu’daki halklara karşı kullandığı bir saldırı üssüdür. Bu yüzden Batı emperyalizmi açısından İsrail’in güvenliği her şeyin üstünde yer alır ve İsrail’in güvenliğini tehdit eden her türlü oluşum ve girişim, onlar açısından yok edilmeyi hak kazanır.
13 Haziran 1982 tarihinde İsrail’de siyonistlerin dergisi Kıvunım adlı dergide Oded Yinon imzalı “1980’lerde İsrail İçin Bir Strateji” adlı bir yazı yayımlanmıştı. Uluslararası kamuoyunda “Yınon Planı” olarak bilinen bu yazı, bugün bile üstünde konuşulmayı hak ediyor. Plan, var olan İsrail yönetimlerine bölge ülkelerine karşı uygulayacakları politikalar konusunda önerilerde bulunuyor. İçinde yaşanılan çağın özelliklerini inceleyen siyonist yazar, Rönesans’tan bu yana Batı uygarlığının yaşamı ve kazançlarını destekleyen en büyük mihenk taşı olan akılcı ve insancıl bakış açısının yıkıldığını ilan etmekle işe başlayarak bu temelde ortaya çıkan politik, sosyal ve ekonomik görüşlerin de ölümünü ilan ediyor.
Dünyada bulunan kaynakların insanların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz olduğu fikrini öne sürerek insanların tüketimlerini karşılama politikalarının gerçekçi olmadığını söylüyor. 1970’ten sonra bu düşünceyi, emperyalizmin sözcüleri sık sık dile getirmeye başladılar. Eşitlikçi, adil bir rejimin dünyada kurulmasının mümkün olmadığından hareketle yoksulların durumunu düzeltecek düşüncelerin gereksizliği ilan edilerek artık bu dünyada “Etik değerlere yer yok.” deniliyor.
Son günlerde İsrail yönetiminin; sivil- asker ayrımı yapmadan her yeri bombalamasını ve hastaneleri, okulları havaya uçurmasını insanlar algılamakta biraz zorluk çekiyorlar. Akılcılığın, insancıl bakış açısının ve etik değerlerin öldüğü ilan edildiğinde geriye sadece vahşet kalır. Siyonist rejim de zaten bunu fazlasıyla yerine getiriyor.
Yınon Planı’nda Orta Doğu’daki tüm ülkeler, tek tek etnik ve mezhep yönünden ele alınarak değerlendirilirken “1920’lerde Fransa ve İngiltere tarafından gelişigüzel bir şekilde hepsi azınlıkların ve birbirine düşman olan etnik grupların kombinasyonundan oluşan 19 bölgeye bölünmüştür bu sayede günümüzde tüm Arap Müslüman devletler etnik sosyal çöküş içerisindedir ve bir kısmında şimdiden iç savaş başlamıştır.” tespiti yapılıyor. Orta Doğu’yu etnik ve mezhep temelinde bölen ve birbirine düşman grupları aynı devlet yapısı içine sokan emperyalist politikaya göndermede bulunuluyor. Bu konuda İngilizlerin eline hiç kimse su dökemez. “Bir denizde durduk yerde balıklar birbirleriyle kavga etmeye başlamışsa bilin ki, yanlarından İngiliz elçisi geçmiştir.” sözü dünyada bir atasözü gibi boşuna yaygınlaşmamıştır.
1982’de Irak’ın; Şii, Sünni ve Kürt bölgesi olarak üçe, Suriye’nin ve Lübnan’ın da 5’e bölünmesi gerektiğini öneren plan, yıllar içinde bir bir gerçekleştirildi.
Planda, Türkiye ile ilgili olarak; “Türk Sünni Müslüman bir çoğunluk (%50 civarı) ve iki büyük azınlıktan oluşur. 12 milyon Şii Alevi ve 6 milyon Sünni Kürt” tespiti yapılıyor.
Emperyalizmin ve siyonizmin en etkili silahı halkları etnik ve dini olarak ayrıştırıp birbirlerine düşman etmektir. Tüm dünyada uygulanan bu plan, Orta Doğu’da katmerli olarak uygulandı. Emperyalist ve siyonist çevrelerden fon ve güç alan gruplar her toplumda var olan farklılıkları kaşıyarak halkları birbirlerine düşman ettiler. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, toplumdaki farklı etnik yapıların tek bir ulus potasında birleştirilmesini savunur. Emperyalist ülkelerdeki uygulama da bu yöndedir. Atatürk’ün Orta Doğu cehenneminde modern, çağdaş, laik bir devlet kurmasını emperyalistler ve siyonistler bir türlü kabullenemediler ve onu yıkmak ve yıpratmak için var güçleriyle uğraştılar. Türkiye’deki Kemalist devrimden ve sosyalizmden etkilenen ulus devlet temelinde bazı oluşumlar gerçekleşti. Mısır’da Cemal Abdülnasır ve Irak’ta, Suriye’deki Baas Parti yönetimleri, Batının kontrolü dışında gerçekleşen girişimler olarak çeşitli entrikalar ve saldırılar sonucunda yıkıldı.
Türkiye Bu İşin Neresinde?
Emperyalizmin ve siyonizmin tam kontrolünde olan Türkiye’nin Ana Muhalefet Partisi lideri olan Özgür Özel, İstanbul Esenyurt’ta Partiye Katılım Töreninde yaptığı konuşmada şöyle diyor:
…Sosyal demokratların yanına milliyetçi demokratlar, onların yanı başına muhafazakar demokratlar, onların yanı başına Kürt demokratlar, Alevisi, Sünnisi, Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkesiyle bütün demokratlar Türkiye İttifakının bileşenidir…
Demokratlarla aklını bozan Özgür Özel’in Atatürk’ün tanımladığı ulus devlet teorisiyle yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. O Türk ulusunu, devleti kuran kurucu unsurdan ziyade herhangi bir etnik grup gibi görüyor. Ona göre etnik anlamda Türkiye toplumunu oluşturan nüfusun %80’ini meydana getiren Türklerle sayısı 30-40 bin olan Lazlar arasında hiçbir fark yoktur. Sosyolojik olarak bazı etnik grupların devlet kurma yeterliliğinin kazanılabilmesi için belirli özellikleri üstlerinde taşımaları gerektiğinde de haberi yok! O ve onun gibiler belli merkezlerden kulaklarına üfürülen nakaratı tekrar edip duruyorlar. Cumhuriyetin kuruluş felsefesine de düşman olan bu görüş, yukarıda belirttiğimiz gibi siyonizmin Orta Doğu ülkelerinde kullandığı dildir. Bu zehirli dil, halkları birleştirmek şöyle dursun, onları düşmanlaştırır ve böler. AKP, 22 yıldan beri toplumu bölerek, birbirine düşman ederek siyonizme hizmet ediyor. Onlar Yeni Anayasa ile ilgili olarak “Yapacağımız Anayasa, milletin çeşitliliğini ifade edecek bir Anayasa olacaktır.” diyerek Anayasal olarak toplumu etnik ve dini olarak Irak’ta yapıldığı gibi böleceklerini ilan ediyorlar.
Kürt şair ve yazar Selim Temo, X hesabında yaptığı paylaşımda son günlerde gerçekleştirilen İstanbul Şiir ve Edebiyat Festivali’yle ilgili olarak şöyle diyor:
…Birkaç gündür devam eden 15. Uluslararası İstanbul Şiir ve Edebiyat Festivali yarın bitiyor. Daha önce gitmediyseniz yine gitmeyin! Geçen yıl gibi bu yıl da ne Kürtçe var ne Ermenice, Ne Arapça var ne Farsça, ne Rumca var ne Çerkesçe, ne Lazca var ne Rumca…
Etnik milliyetçiliğin, mezhepçiliğin taleplerinin savunulmasının aynı zamanda özgürlük ve demokrasiyi de içerdiği fikrini, emperyalistler ve siyonistler bu topraklardaki insanlara aşıladılar. Özellikle 1965’li yıllarda bu mikrop sola, sosyalist yapılara bulaştırıldı. Sosyalistler, devrimci görev ve sorumluluklarını bırakıp etnik bölücü Kürt hareketinin peşine takıldılar. Sendikalar ve kitle örgütleri, etnik bölücülüğün yapıldığı mekanlara dönüşerek yozlaşıp halktan koptular. Solcular bugün bile bu siyonist fikri ısrarla savunuyorlar. Bu fikir bizi götürse götürse ancak Lübnan’a kadar götürür. Etnik ve mezhep temelinde ayrışmış olan Lübnan’da bugün gerçek anlamda devlet bile yok! Var olan ise her gün başlarına yağan siyonist bombalar…
PKK’nın Yürütme Komitesi üyesi olan Duran Kalkan, geçtiğimiz günler içinde bir gazeteye demeç verdi.
Konuşmasında Orta Doğu’da olan gelişmeleri değerlendiren Kalkan, “Bu ümmeti yüzyıllardır kimler parçaladı? İktidar ve devlet güçleri parçaladı. Ulus devlet güçleri parçaladı.” diyerek Orta Doğu’da ulus devletlere yer olmadığını söyledi. Onun önderi Öcalan da İmralı’ya gelen partililere yaptığı konuşmada Batılı ülkelerin Orta Doğu’da bir ulus devlet yapılanmasına asla izin vermeyeceklerini öne sürerek etnik grupların ve mezheplerin konfederal bir yapı içinde örgütlenebileceklerini söylüyordu.
Abdullah Öcalan’ın ve Duran Kalkan’ın savunduğu bu “demokratik konfederalizm” düşüncesi, siyonizmin Orta Doğu halklarına biçtiği kefendir. Bu kefeni giyen Orta Doğu halklarının burnu boktan çıkmıyor.
İsrail’in saldırganlığı durmak bilmiyor. Dünyanın bu merkezi yerini, Batılılar istedikleri gibi şekillendiriyorlar. Batı destekli İsrail saldırıları sonunda; Ürdün, Lübnan, Suriye,Irak, İran ve Türkiye’nin sınırları ve idari yapıları değişecek gibi görünüyor. Bu planın Türkiye’yi ilgilendiren yönüyle sınırlı tutarsak şu önemli sonuçların altını kalınca çizgilerle çizebiliriz.
- Türkiye’de devşirmelerin ve dönmelerin egemen olduğu bir yapı, siyaseti de kontrol ediyor.
- Türkiye’nin burjuvazisi, emperyalizmle ve siyonizmle et ve kemik gibi birbirlerine yapışmışlardır.
- 1938’den beri Türkiye’nin ekonomik ve politik yapısı Batılılarca şekillendiriliyor.
- Türkiye’nin güneyinde 2 tane Kürt devletinin kurulması Ankara’daki hükümetler eliyle sağlanmıştır.
- Kurulan bu iki Kürt devleti, Batı kapitalizminin – siyonizmin Orta Doğu halklarına karşı kullandıkları ve kullanılacakları saldırı merkezleridir.
- Türkiye’ye 12 milyondan daha fazla göçmenin yığılması fikri, Batılı merkezlere aittir ve AKP de bu işin görevlisidir.
- Emperyalizm ve siyonizm, Türkiye’nin bir ulus devlet olma özelliğinden vazgeçerek etnik-dini yönden bölünmesini istiyor.
- Türkiye’deki partilerin düşünce yapısı, bu görev ve sorumlulukları yerine getirme temelinde şekillendirilmiştir.
- Türk ulusu, televizyonlardan ve sosyal medyadan 24 saat yapılan yayımlarla, okullardaki derslerle ve camilerdeki vaazlarla, resmi ve özel kurumların faaliyetleriyle Araplaştırılıyor.
- Din ve Filistin halkının çektiği acılar bu Araplaştırma operasyonunda bir araç olarak kullanılıyor.
- Türkiye’nin solcuları ve Atatürkçüleri, Türk ulusunun Araplaştırılması operasyonunda bilerek ya da bilmeden bir görevli gibi çalışıyorlar.
- Emperyalizmin ve siyonizmin Orta Doğu’yu karıştırma operasyonuna Türkiye’den bazı çevrelerin “Filistn davası bizim davamız.” biçimindeki söylemlerine karşı çıkılarak Türk ulusunun çıkarları her şeyin üstünde tutulmalıdır.
- Ümmetçi fikirlerle, ümmet birliği safsatalarına karşı ideolojik mücadele yürütülmelidir.
- Soldaki Filistin destekçiliğinin sonuçta AKP politikalarına hizmet edeceği bilinmelidir.
- Türkiye içindeki DEM Parti hareketinin siyonizmin ve emperyalizmin bir uzantısı olduğu ve karşı devrimci bir konumda olduğu mutlaka görülmelidir.
- Orta Doğu’daki çatışmaların sonucunda, milyonlarca yeni mültecinin gelmesi, Türkiye’nin çöküşü anlamına gelir. Böyle bir çöküş, “din kardeşliği, yardımseverlik” gibi gerekçelerle meşru görülemez.
- 1982 yılında yayımlanan Yınon Planı’nda, Arap ülkeleri halklarının kişi başı ortalama olarak 300 dolar gelirle yoksulluk içinde yaşadıkları belirtiliyordu. Son yıllarda Türkiye’de yaratılan suni enflasyon ve hayat pahalılıyla Türk halkının elindeki varlıklar alınıyor ve Türkiye’nin tapusu yabancıların eline geçiyor. Derin bir yoksulluk çukurunun dibinde çırpınan kişinin siyasi görüşü, dini inancı, felsefesi, yurt sevgisi de olmaz. Bunu bilen emperyalist ve siyonist çevreler bu kurala göre hareket ediyorlar. Ekonomik yıkımla, siyasi yıkım birlikte yürütülüyor.
- Ümmetçi birinin vatan sevgisi de körelir. Bu yüzden laiklik mücadelesi her koşulda sürdürülmelidir.