Medya

Doktor Civanım…

Yazının başlığını görenler cümleyi “Doktor doktor imanım / Ne istersen alayım / Ben senin olayım.” diyerek tamamlayacaklarından adım gibi eminim.

Ben bu anonim şarkıda “Ne istersen alayım.” bölümüne takıldım kaldım.

Allah aşkına nasıl takılıp kalmayayım?

Her şey ateş pahası…

Hiçbir şeyin yanına yaklaşılamıyor…

Bu zamanda “Ne istersen alayım” vaadini gerçekleştirmek aya gitmekten daha zor.

Sözünü ettiklerim öyle han, hamam, yalı, yazlık gibi şeyler hiç değil. Üç harfli marketten içeri girdiğimde kolumdaki sepete bazı ihtiyaç maddelerini koyarken “Yav! Bunları nasıl öderim?” gibi bir kaygıya kapılmamak bütün derdim.

Cebimizdeki paranın değeri azaldıkça marketteki ürünler bizden iyice uzaklaştı ve aramıza görünmez bir cam duvar girdi.

İşte bu durum canımı çok sıkıyor.

Sıkıyor da ne oluyor?

Zorunlu ihtiyaç maddelerini alamadığımda strese giriyorum ve hemen mideme bir kürek köz atılıyor.

Midem, Erdoğan’ın Karadeniz’de bulduğu doğalgaz gibi yanıyor da yanıyor.

Artı, biraz haber dinleyeyim, ülkede – dünyada olup biteni anlayayım diyorum, bu kez de mideme üç kürek köz daha atılıyor.

Yani uzun lafın kısası yaşadığım stres, midemi tepti.

Ağrıdan, yangıdan duramıyorum.

Baktım kendi kendine geçeceği yok, o zaman ben de bir hekime görüneyim dedim.

Bir hekime görüneceğim ama doktor randevusu alabilene aşk olsun!

Bir hafta gibi bir süre içinde, uzun uğraşlar sonucunda dahiliye bölümünden bir randevu koparabildim ve doktor randevusundan yarım saat önce doktor muayene odası önünde yerimi aldım. Bir taraftan ekrandaki isimleri takip ederken diğer yandan da hastaları sosyolojik olarak gözlemliyorum. Koridordaki üçlü koltukta bir Arap aile oturuyor. Adam oldukça şişman ve modern giyimli. Başındaki beyzbol şapkası, üstü İngilizce yazılı tişörtü, kot pantolonu, beyaz spor ayakkabıları bir bütünlük oluşturuyor. Karısı ise tepeden aşağı kara çarşafı ve peçesiyle binlerce seneden fırlamış, gelmiş gibi. Karı koca giyim konusunda tam bir tezatlık oluşturuyor. Yanlarındaki 6-7 yaşlarındaki kızlarını bizim kızlar gibi giydirmişler. Yanlarında bir de oldukça büyük bir bebek arabası var.

Diğer bekleyenlere bakıyorum bizim insanlarımız…

Yaşını başını almış amcalar, teyzeler…

Birbirleriyle dert yarıştırıyorlar.

Ekrandaki isim değişti ve bizim Arap aile hareketlendi.

İçeri girdiler.

Onlar içeri girerlerken bizim vatandaşlar da kendi aralarında sığınmacılar konusunu konuşmaya başladılar.

“Onlar da bizim gibi Müslüman” diyen de var, “Çok oldular artık memleketlerine gitsinler.” diyen de var.

Yapılan tartışmalara katılmadan sadece dinliyorum.

Bu arada Arap aile çıktı ve sıradaki iki kişi doktor odasına girdi.

Ekranın altında girecek kişi olarak adımı görünce sevindim.

Sonunda iri harflerle adım yazılınca doktor odasına kendimi hemen attım.

Yüzüm doktora dönük olarak kapıyı kapatınca birden bire şaşkınlığa düştüm.

Hay Allah! Gözüm yanlış mı görüyor yoksa?

Yoksa bir illüzyon gösterisinin tam ortasında mıyım?

Doktorun yarısı yok!

Masanın üstünde öylece duruyor.

Adamın göbekten aşağısı yok olmuş.

Doktor, yüzümdeki şaşkınlığı görerek biraz sertçe “Haydi kızım geç şuraya, ne derdin var söyle.” dedi.

Gözlerimi doktorla masanın birleştiği noktadan alamıyorum.

Hani bazı hokkabazlar masanın altına gövdesini saklayıp özel olarak yaptırdıkları tencerenin içine kafalarını yerleştirerek seyircileri şaşkınlığa uğratıyorlar ya ben de şimdi böyle bir gösterinin içine mi düştüm yoksa?

Doktor, beynimin içinden geçen düşünceleri okumuşçasına “Her hastaya durumu açıklamaktan bıktım artık! Zaten muayene süreleri kısıtlı, böyle boş konuşmalar size ait süreyi götürüyor. Bana göre hava hoş” dedikten sonra eliyle üstündeki önlüğü geri iterek “Bak bedenimin yarısı yok! Nerede olduğunu çok mu merak ediyorsun?” dedi.

Sonra beklemeden baş parmağınla yan odayı işaret ederek “Yan odada, diğer yarımla hastalarahizmet ediyorum.” deyince daha da şaşırdım.

Derdimi, mide ağrımı unutmuş olarak “Ama, vücudunuzun üst tarafınızla anladım da… Alt tarafınızla nasıl doktorluk yapıyorsunuz?” diye bir soru sordum.

Doktor, elinde kalemi işaret parmağı ile baş parmağı arasında bir pervane gibi çevirerek gözlerimin içine baktı ve sözlerini şöyle sürdürdü:


Anlaşılan sen haber maber hiç dinlemiyorsun. Memleketten haberin yok. Son yıllarda yurt dışına giden doktor sayısı 30 bini aştı. Şu anda 1 000 hastaya yarım doktor düşüyor. Sağlık Bakanlığı bu durumda doktorları ortadan ikiye bölerek doktor sayısını iki kata çıkardı. Şimdi şu anda, yan odada bedenimin alt tarafı hastalara bakıyor.


Şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum ve zorla ağzımdan “ Ama bedeninizin alt tarafıyla nasıl iletişim kuruyorsunuz” sözleri döküldü. Bu soru üstüne doktor iyice kızdı ve işaret parmağını bana doğru sallayarak:

Kızım ne var? İş gayet basit! Hastayı ön tarafımla dinliyorum ve arkadaki .ötümle de konuşarak hastayla iletişim kuruyorum. Valla hastalar çok memnun, Sağlık Bakanlığı da çok memnun. Biz de doktorlar olarak çok memnunuz, bu durumda iki kat daha fazla maaş alıyoruz.

Bu memlekette 1000 kişiye yarım doktor düştüğünü sakın hiç unutma! Aklından hiç çıkarma!

Haa, neydi senin şikayetin? Çabuk söyle!

Ha! Sahi, benim şikayetim n’eydi? Ben buraya niye gelmiştim?

Unuttum.

Yazar hakkında

Yağmur Bayraktar

Yorum bırak

72  ⁄    =  12

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.