Genel

Köpek Katili Atatürk(!)

Atatürk hiçbir zaman sokak hayvanları sorununu, CHP yöneticileri gibi ele almadı.

Sahipsiz Sokak Hayvanları Yasası, Meclis’ten geçti ama tartışmalar bitmedi.

Aylardır kamuoyunda yasayı tartıştıran ve Meclis’te şanlı bir direniş sergileyen muhalefetin sayısal gücü, yasanın çıkışını engellemeye yetmese de konuyu diri tutarak hayvan dostlarının gönlünü almaya çalışıyor.

CHP Milletvekilleri hiçbir konuda bu kadar direngen olmamıştı.

Milletvekilleri ve Belediye Başkanları, “Her ne kadar yasa geçtiyse de biz bu yasayı asla uygulamayacağız. Can dostlarımızı barınaklara koymayacağız. Onların yeri barınaklar değil, sokaklardır.” diyorlar.

Bu hafta sonu, İstanbul’da iki tane miting vardı.

Biri Sultanahmet Meydanı’nda diğeri de Kadıköy’deydi.

Birinci alanda toplanan dindarlar, ümmetçiler, şeriat özlemcileri, Hamas destekçileri İsrail’e olan nefretlerini mikrofondan haykırırken İsrail’e karşı cihat talepleri de dile getirdiler.

Kadıköy’de toplanan hayvan dostları ise sokak hayvanları için özgürlük istediler.

AKP’nin yandaş kanallarına bakıyorum da son günlerde; gündemlerinde İsrail, İran, Lübnan ve Hamas’tan başka tartıştıkları bir konu yok!

Erdoğan’ın “İsrail’e girebiliriz.” laflarını ettikten sonra ekran görevlileri, İsrail- Türkiye savaşının nasıl olacağını tartışıp duruyorlar.

Siyonizmin yaptığı katliam görüntüleri eşliğinde insanlarımız, bizi birinci derecede ilgilendirmeyen bir sorun uğruna savaşa ikna edilmeye çalışılıyor.

Sanırsınız ki, 1. Dünya Savaşı çıkmış ve 11 Kasım 1914’de Padişah V. Mehmet, Almanlar yararına Cihad-ı Ekber ilan etmiş.

O zamanki Osmanlı yönetimi, Almanlardan yüzde 6 faizle 5. 000 000 altın alarak Mehmetçiği Arap çöllerine sürmüştü.

Alman emperyalizminin çıkarları uğruna milyonlarca insanımız, tarafı olmadığı bir savaşta telef olmuştu.

Türkülere, destanlara konu olan bu savaşın üstünden yüz sene geçti ve kendilerini “Yeni Osmanlı” diye tanımlayanlar Mehmetçiği yine Arap çöllerine sürmekten söz ediyorlar.

Türkiye’nin her ilinde Hamas lideri için gıyabında cenaze namazı kıldıktan sonra alanlara toplanan kitlelere Cihad-ı Ekber sloganları attırılıyor.

Türkiye’deki kitleler, ümmet ideolojisi temelinde şartlandırılırken bizim “Cumhuriyetimizin kurucusu olan parti” ne yapıyor?

Ne yapacak?

Varsa yoksa “Kedi, köpek! Barınak, vahşet!”

Can dostlarımızı, AKP’nin kanlı ellerine teslim etmeyeceğiz.” lafları…

Önümüzdeki dönem içinde yüz binlerce gencinin Arap çöllerinde telef olması gündemdeyken o, yapması gereken işleri bırakıp kedi – köpekle uğraşıyor!

Bizim memlekette Alman etiketli sosyal demokrat politika böyle oluyor demek ki…

Suya sabuna dokunmayan bir politika izleyen CHP yöneticileri, yaptıklarıyla, konuşmalarıyla, yapmadıklarıyla AKP iktidarını ayakta tutuyorlar.

Küresel çetenin görüşlerini benimsemiş olan sosyal demokrat yöneticilerin Atatürkçülükle bir ilgisinin olmadığını her zaman belirtiyoruz. Son zamanlarda oldukça gürültü patırtı çıkardıkları şu köpek konusunda bile kedi- köpek sektörünün çıkarlarını savunup onların avukatlığına soyundular.

Atatürk hiçbir zaman kedi- köpek sorununu, CHP yöneticileri gibi ele almadı.

Atatürk, emperyalist merkezlerde üretilmiş olan “Cinslerin ve türlerin eşitliği” palavrasına, insanla her türlü hayvanı haşeratı eşitleyen deli saçmalığına prim vermeyip her şeyden önce insanı önceleyerek halkın refahını ve mutluluğunu gündemin ön sırasına yerleştirmiştir.

Bunun böyle olduğunu görmek için biraz eskilere, 1932 yılına gidelim.

O dönemde ülkede, kuduz köpek olaylarının artması üzerine13 Haziran 1932 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan bir genelgede “Sahipsiz ve maskesiz dolaşan köpeklerin itlaf edilmesi istenmişti.


Atatürk’ün
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı,
“Köpeklere karşı ittihaz edilecek tedbirler” konusunda şunları söylüyor:

  • Şehir ve kasabalar dahilinde beslenen sahipsiz köpekler, hiçbir surette başı boş olarak mahalle aralarında, çarşı ve pazarda dolaştırılmayacaktır. Dolaştırmak isteyenler hayvanın ısırmasına mahal bırakmamak üzere ağız ve burnuna maske takmaya mecbur tutulacaklardır. Bu hususun şehir ve kasabalar dahilinde belediyeler tarafından neşir ve ilanı ile şiddetli murakebe edilmesi ve muhalif hareket edenler hakkında belediyece ceza tatbik edilmesi icap eder.
  • Maskesiz görülecek köpeklerin itlaf edileceği de halka tefhim edilecek (duyurulacak) ve bunu müteakip maskesiz dolaştığı görülen köpekler itlaf edilecektir.
  • Köylerde bulunan sahipli köpekler gündüzleri bir mahalde bağlı olarak bulundurulacak ve ancak geceleri bekçilik işini görebilmeleri için serbest bırakılacaklardır. Bu mecburiyet köy ihtiyar heyeti vasıtası ile bütün köylülere tamim edilecek ve mecburiyete riayet etmeyenlerin köpekleri itlaf edilecektir.
  • Köpeklerin itlafında kullanılacak zehir masrafı şehir ve kasabalar belediyelerine aittir. Bununla beraber zaruret hissedilecek olursa ve makamı vilayetçe lüzum gösterilirse Vekaletimizce sari(bulaşıcı) hastalıklar tahsisatında muavenette bulunulacaktır. Mahallince münasip görülen yerlerde başı boş köpeklerin kurşunla itlafı daha ameli olur. Tamim muhteviyatının dikkatle takip ve tatbiki eshabının temini ve vilayet dahilinde bu hususta yapılan icraat hakkında Vekalete peyderpey malumat verilmesi ehemniyetle rica olunur.

Şimdi bu metinde istenen görevlerle CHP’nin savunduğu fikirler arasında en ufak bir benzerlik var mıdır?

Tabii ki yoktur!

Atatürk, bir mucize olup bugünlere gelip bu fikirleri savunsaydı; CHP yöneticileri ve sosyalistlerimiz tarafından “Irkçı, türcü ve köpek katliamcısı” olarak damgalanıp linç edilirdi.

Böyle bir düşünceyi savunan konuşmacıların söz hakları; Halk TV, TELE1, SözcüTV’de engellenir ve Cumhuriyet, BirGün, Evrensel gibi gazetelerin köşe yazılarında sansürlenirdi.

Şu kedi- köpek sorunu hakkında tüm Atatürkçülerin, solcuların, sosyalistlerin aynı fikri savunmaları, onların küresel politikaların savunucuları olduklarını bizlere açıkça gösteriyor. Atatürk’ün kedi- köpek konusundaki uygulamalarını olumlayan, onun gibi düşünen ve fikrini korkmadan, çekinmeden söyleyen bir kişi bile yok!

Varsa bilen, tanıyan dile getirsin, söylesin!

Horozlu Ayna, yıllardır bu konuyu kamuoyunun gündemine taşıyor. Yazdığımız yazılarda bu işin farklı boyutlarını ele alıp değerlendiriyoruz. Hatta yayımladığımız ilk yazımızda Cezmi Ersöz adlı yazarın köpekler üstünden (Hayırsız Ada Olayı) Türklere hakaret etmesini teşhir etmiştik.

Atatürk maskeli sosyal demokratlar sistemin savunuculuğunu yapıyorlar da sosyalistlerimiz farklı mı davranıyorlar?

Ne gezer?

Hepsi bir olmuşlar aynı görüşleri savunup duruyorlar.

4 Ağustos 2024 tarihli Evrensel gazetesinde Serdar M. Değirmencioğlu, “Hayvanlara düşmanlık cehalettir” başlıklı bir yazı yazmış.


Bizim sivri akıllı yazarımız daha yazının başlığında saçmalayarak yazısına şöyle başlamış:


Dünyanın hemen her yerinde hayvanlara kötülük yapanların ortak özelliği, cahilliktir. Hayvanlara düşmanlık besleyecek denli kötülük içinde olanlar bilimden korkarlar. Kendilerini hem hayvanlardan, hem de diğer insanlardan üstün görürler. Yani hem türcü, hem de milliyetçi/ ırkçı ideolojilere saplanmışlardır. Bu genel gözlem, siyasal İslamcılar için de geçerli…

Liberal fikirlerle beyni dumura uğramış yazarımıza biraz sosyalizmin en temel düşüncelerinden birkaç şey hatırlatalım.

“Kötülük, cehalet” gibi tanımlamalar kişiden kişiye, sınıftan sınıfa değişir.

Yazarımızın akıl yürütme çizgisinden giderek söyleyecek olsak bile hayvanlara en büyük kötülük cehaletten değil, kapitalist sınıftan gelir. Diğer sektörlerde olduğu gibi gıda sektörü de tüm dünyada birkaç tekelin kontrolündedir. Kırmızı ve beyaz et sektöründe, kapitalist sınıf tarafından binlerce gıda mühendisİ ve akademisyen, en yüksek kârın elde edilmesi için çalıştırılır.

Bilim insanlarının katkılarıyla yüz milyonlarca tavuk ve sığır, gün yüzü gösterilmeden en kısa zamanda kesilebilecek yeterliliğe ulaştırıldıktan sonra üretim tesislerinden sofralara getirilir.

Şimdi biz bu kapitalist sınıfı ve bilim insanlarını “kötü amaç taşımakla, cahillikle” suçlayabilir miyiz?

Böyle bir düşünce tarzından yola çıkarak çocukça tepkilerde bulunmak, ancak içinde yaşadığımız dünyanın gerçeğinin farkında olmamakla mümkündür diye düşünüyorum.

“İçinde kötülük besleyenlerin bilimden korkması” iddiası da boş bir laftır.

Dünyada insanlığa karşı en büyük suçları işleyen küresel burjuvazinin bilimden korkması bir yana onu kendi çıkarları uğruna tepe tepe kullanıyor.

Onlar, bilim ve teknolojiyi; dünyadaki tüm kaynakları ele geçirmek, insanlığı her alanda tümüyle kontrol altında tutmak ve insanlığın geleceğini belirlemek için kullanıyorlar.

İster biz kabul edelim ya da etmeyelim bilim ve teknoloji kapitalist sınıfın elinde insanlığa karşı kullanılan bir silaha dönüşmüş durumdadır.

Bilim insanlarının çok önemli bir kısmı; kapitalist sınıfın ebedi iktidarı için bütün yeteneklerini efendilerinin hizmetine sunuyorlar.

Her şeyde olduğu gibi bilimin de bir sınıf karakteri vardır.

Bunun en canlı örneğini pandemi döneminde yaşadık.

Küresel çete ile birlik olan Dünya Sağlık Örgütü ve uluslararası ilaç tekelleri yanlarına aldıkları bilim insanlarıyla dünya halklarına karşı büyük bir tertip düzenlediler. Milyarlarca insanı evlere hapsederek içeriği bilinmeyen sıvıları zorla insan vücuduna şırınga ettiler. Bu operasyonda ruhunu şeytana satmış tıp profesörleri parmak sallayarak kitleleri tehdit ettiler. Türkiye’de bu işin önderliğini Prof. Dr. Mehmet Ceyhan gibi uzmanlar yaptılar.

Aynı zamanda Türk Tabipler Birliği de bu tezgahın bir parçasıydı.

Serdar M. Değirmencioğlu’nun yazı yazdığı Evrensel gibi sosyalist(!) gazeteler, o dönemde sıvıları vücutlarına enjekte edilmesine karşı çıkanları “cahillikle, bilim karşıtı olmakla” suçluyorlardı.

Zaman içinde küresel çetenin tertibi açığa çıktı ama bizim sosyalistlerimizin bu konuda yanıldıklarına dair bir yazı yazdıklarını hiç görmedim.

Yeniden “Hayvanlara düşmanlık cehalettir” başlıklı yazıya dönecek olursak yazı baştan aşağı yanlışlıklarla dolu…

Yazının bütününde fikrin çatısını oluşturan “empati yoksunluğu” ile insan soyunun milyonlarca yıllık macerasını bir duygu eksikliği ile açıklamayı okuyucu kitlesinin anlayışına havale ediyorum.

Yazının bitiş paragrafında yazarımız, düşüncesini şöyle ifade ediyor:


Evrimsel açıdan bakıldığında, türcü iddialar tümüyle boş. Hayvanlara yönelik düşmanlık cehalet. İnsanlık için adalet ve barış isteyenler, insan türünün parçası olduğu doğa ve tüm hayvan türleri içinde barış ve adalet istemek gerektiğini biliyorlar.

Yazarımız, insan türünün evrimi boyunca ortaya çıkan kendisini önemseme ve hayvanları gıda olarak tüketmeyi ahlaki bulmadığı gibi karşı da çıkıyor.

Açıkça ifade etmese de biz onun bir vegan olduğunu anlıyoruz. Yoksa bu kadar hayvan destekçiliği yapıp da ekmek arası döneri ayranla götürmek tam bir tutarsızlık örneği olur.

Bizim sosyalistlerimiz “barış, adalet, özgürlük” gibi lafları etmeyi çok severler. İşçi sınıfından, emekçi tabakalarından umudunu kesmiş solculuk çıkışı hayvanlarla yapacağı ittifakta arıyor. İşçi-Köylü ittifakı bir yere varamadı ama insanların kedi- köpekle daha sonraki bir aşamada tüm börtü böcekle kurulacak bir ittifakın, tüm canlıları Nuh’un Gemisi gibi bir araya toplayarak kurtuluşa götüreceğine inanıyorlar anlaşılan…

Daha şimdiden ben onların, “ İnsan -Hayvan İttifaklarını” kutlayarak, devrimci mücadelelerinde başarılar dilerim.

Yazar hakkında

Candan Yılmaz

Yorum bırak

54  +    =  62

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.