Bir önceki yazımda, akarsuları, gölleri, toprağı sorumsuzca kirleten ve ekonomik kaynakları talan eden küresel burjuvazinin bu suçlarda hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi işlenen suçları, insan soyunun sırtına yükleyerek ve suçu genelleştirerek kendini aklamaya çalıştığını belirtmiştim. Dünyada çevresel felaketlere yol açan sorunların kaynağı, küresel şirketler ve onların bitmek bilmeyen kâr hırslarıdır. Dünyanın akciğerleri olan Amazon ormanlarını yok eden ve fosil yakıtlarla toprağı, havayı, suyu kirleten yine onlardır.
Erzurum İliç’te siyanürle altın aramanın sonuçlarını hep birlikte gördük.
Amerikalı madenciler, 600 futbol sahası büyüklüğünde bir siyanür havuzu yaptılar. Havuzda toplanan sülfürik asidi, bir apartman büyüklüğündeki buharlaştırma makineleri ile havaya püskürtüyorlar.
Doğu Anadolu üstünde gezen bulutlar, şimdi üstlerinde asit taşıyorlar.
Muş ovasına, erimeyen plastiğe benzer dolu yağdığını gazeteler yazdı.
Akarsularımız, toprağımız, havamız siyanürle zehirleniyor.
AKP iktidarı, Ardahan’dan Kaz Dağları’na kadar bir alanda maden çıkarılması için 3 binden fazla ruhsat verdi.
Siyanürle altın çıkarmak Batılı ülkelerde yasak ama Türkiye’de serbest!
Yabancı şirketler altını çıkarıp kendi ülkelerine gittiklerinde geride bizlere toprağı, havası, suyu kirlenmiş bir cehennem bırakmış olacaklar.
Küresel burjuvazi, insanlığa ve doğaya karşı her türlü suçu işledikten sonra karşıya geçip, “ İşte, suçlu olan bu insanoğludur, tüm kötülüklerin kaynağı insandır.” diyerek suçu, canlıların bir bölümünün üstüne yıkıyor.
Derin Ekoloji, adıyla ortaya sürülen düşünce akımı, kısaca bunu savunuyor.
Suçlu olan insan soyuymuş.
Dünyadaki; çevreciler, yeşiller, hayvan hakları savunucuları ve solcular hep birlikte bu küresel çetenin zırvalarını tekrar ederek onların avukatlığını yapıyorlar.
Uluslararası bir örgüt olan WWF’nin (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Türkiye şubesi (WWW Türkiye), yılbaşında ayı, kaplan, panda gibi bazı hayvanların evlat edinilmesi için bir kampanya düzenlemişti.
Bir başka haber de İtalya’dan, İtalya’da Sicilya Adası’nın kuzeyinde yer alan Eolie Adaları’nda keçi sayısı artınca Belediye Başkanı, “Bir keçi evlat edin” kampanyası başlatmış.
Evlat edinme, insanın kendi soyu arasında gerçekleştirilen bir uygulamadır.
Hayvan evlat edinilmez, sahiplenilir.
Küresel burjuvazi, “Hayır! O eskidendi. Aslında senin diğer omurgalılardan hiçbir farkın yok. Sen, hayvanlar aleminin bir parçasını oluşturuyorsun, tümünüz hayvansınız. Senin ayıdan, pandadan, su aygırından, porsuktan hiçbir farkın yok! O yüzden gönül rahatlığı içinde, ‘Hayvanlar benim oğlumdur, kızımdır’ diyebilirsin” diyor.
Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP), kuruluş amaçlarını açıklayan bir manifesto kaleme almış. Manifesto söze söyle başlıyor:
HAYTAP, insanı bu gezegende diğer canlılarla beraber yaşayan bir tür olarak tanımlayarak, insanın diğer türlerden üstün olduğu gibi bir düşünceyi kabul etmez. İnsanların sahip olduğu tüm ahlaki ve hukuki haklardan hayvanların ve diğer canlıların da yararlanmasını olağan görür ve bunun bir hak değil gereklilik olduğunu düşünür.
HAYTAP, kendisini destekleyen kuruluşları ve ünlü kişileri ayrı bir bölümde tanıtmış. Kimler yok ki içinde?
Bi biz yokuz!
Bir fikir vermesi açısından birkaç tanesinin adını vereyim: BMW, Eti, BORUSAN, Pegasus, Enza Home, Google Türkiye, Akbank, Allianz Türkiye, Tiktok, Gain, Migros, Trendyol, Amazon Türkiye, Türkiye Futbol Federasyonu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Barosu, Boyner, Hürriyet, CCN TURK, Carrefour, Leman Kültür, Fazıl Say, Yonca Evcimik, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Demet Akbağ, Nasuh Mahruki, Bedri Baykam ve daha niceleri…
Sokak hayvanları konusu gündeme gelince HAYTAP’ı destekleyen şirketler hemen atağa geçtiler. İstanbul’un ünlü AVM’si Cevahir, HAYTAP’la birlikte çalıştığını ve hayvansever olduklarının kanıtı olarak bir reklam panosunu giriş bölümüne yerleştirmiş. Carrefour, bastığı afişlerle ne kadar hayvansever olduğunu müşterisine iftiharla gösteriyor. Sokakta, AVM’de, televizyonda, sosyal medyada aynı uyaranlarla karşılaşan birey, ona verilen mesajları Allah’ın değişmez yasaları olarak algılayıp, benimsiyor.
Birikim dergisi, liberallerin, sol liberallerin toplanıp görüşlerini dile getirdikleri bir platformdur. Dergi, ülke ve dünya sorunlarına burjuvazinin görüşleri doğrultusunda sola ait kavramları kullanarak yaklaşır. Bu sol üslup, Türkiye’de köksüz, sığ ve bütünlüklü bir dünya görüşünden yoksun kendini Marksist sanan solcuları çok derinden etkilemiştir. 60’lı 70’li yılların hızlı Marksistleri, solun bu liberal yorumuna karşı çıkarak onları sert ifadelerle eleştiriyorlardı. Bu keskin solcularımız, 1980’de Cuntanın şamarını yiyince koşa koşa liberallerin yanına gittiler ve onların tüm dediklerini kabul ederek, ellerini öptüler.
Türkiye’nin eski çakma Marksistleri, şimdi hepsi Birikimci olarak burjuva liberallere dönüştüler.
Birikim dergisinde yayımlanan, “Sol Neden Hayvan Haklarını Desteklemeli?” adlı yazıda solcular, “İnsan merkezci ve türcü olan” Marx’ın eski zamanda kalmış, yanlış fikirlerinden kendilerini hâlâ kurtaramadıklarından dolayı azarlanıyor
Yazı, solculara; türcülüğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe karşı çıkmaları için çağrıda bulunuyor. Emperyalizm lafları bol bol ediliyor ama yukarıdaki küçük listede görüldüğü gibi emperyalist tekelerin, “İnsan merkezcilik” safsataları konusunda kitlelere neden önderlik yaptıklarına dair bir açıklamayı yazıda göremiyoruz.
Bir başka örnek de Sol Parti’nin destekçisi BirGün gazetesinden…
BirGün gazetesinin köşe yazarı Çağrı Mert Bakırcı, “Hangi Hayvana Nasıl Bakıyoruz?” başlıklı yazısında şöyle diyor:
…Kısaca ‘türcülük’ olarak tarif edilen bu nitelik, özünde insanların belli türleri diğerlerinden üstün görmesinden kaynaklanıyor. ‘ırkçılık’ gibi bir tutum olan türcülüğü fark etmek biraz zor; çünkü türümüz içindeki ayrımcılığın (ırkçılığın) saçmalığını, doğadaki envai çeşitliliğe ve bu çeşitlilik içindeki yerimize bakarak kolaylıkla görebiliriz…
Gerçekten de türcülük, herkeste çeşitli seviyelerde bulunuyor: Örneğin bir insan, belli bir hayvanın yenmek üzere öldürülmesine karşı çıkarken, oturduğu binanın inşaatı sırasında öldürülen fare, karınca, köstebek ve benzeri hayvanların yaşam haklarını aynı şekilde savunma ihtiyacı duymuyor. Benzer şekilde bir kişi, et yemekte herhangi bir etik sorun görmezken (dolayısıyla et tüketimi amaçlı hayvan öldürmeyi normal karşılarken), sokak köpekleri veya kedilerine kendi çocuklarından bile daha çok ilgi gösterebiliyor.
Zihniyetin daha iyi anlaşılabilmesi için alıntıyı biraz uzun tuttum. Soros parasıyla kurulan gazetede ancak bu zırvalar yazılabiliyor. Adam işi gücü bırakmış, et yiyenleri ırkçılıkla suçlayarak, inşaattaki farenin, bitin pirenin avukatı kesilerek solculuk yapıyor. Eskiden solcularımız halkların eşitliğini, özgürlüğünü savunuyorlardı, şimdi ise türlerin eşitliği adına; hamsinin, kedinin, sıçanın, sırtlanın, çakalın eşitliğini savunuyorlar. Kendi aralarında sivrisineklerin yaşam haklarını ciddi ciddi tartışıyorlar. Ne diyordu HAYTAP manifestosunda? “İnsanların sahip olduğu tüm ahlaki ve hukuksal haklardan hayvanların ve diğer canlıların da yararlanmasını savunur.”
‘Sivrisinek de bir canlı olduğuna göre onun da yazlıktaki tatilcilerin kanını emmeye hakları vardır.’ diye düşünüyor bizim solcularımız.
Dünya Bankası’sından emekli olup Balıkesir’e yerleşen Kenan Berzeg’in, çakal sürüsü tarafından parçalanıp yendiği, araştırmalar sonunda ortaya çıktı. Berzeg’i yiyen çakallara, ‘türlerin eşit olduğu ve insanların ve hayvanların birbirlerini yememeleri gerektiğinin’ anlatılmaması bir felakete yol açtı.
Çakallar, HAYTAP’ın manifestosunu okumuş olsalardı, bilinçlenmiş bir tür olarak Dünya Bankası emeklisini asla yemezlerdi.
İnsan merkezciliğe karşı çıkan derin ekolojistlerin olmazsa olmazı Veganizmdir.
Veganlar, hayvansal hiçbir gıdayı tüketmezler ve tüketilmesine de karşı çıkarlar.
TKP üyesi ve “Vegan Devrimi” ni savunan Cumhuriyet gazetesi köşe yazarı Zülal Kalkandelen’i anmadan geçmek, yazarımıza karşı vefasızlık olur. Yiğidi öldür ama hakkını ver. Zülal Kalkandelen, hayvanın insanla her alanda tam hak eşitliği için canını dişine takarak mücadele ediyor.
Bu ara işleri çok yoğun, bir yandan AKP’nin köpek itlaf yasasıyla uğraşırken diğer yandan da Ege kıyısındaki CHP’li Belediye Başkanlarını, “Vegan Festivali” düzenlemeleri için ikna etmeye çalışıyor. Sonunda CHP’li bir Belediye Başkanını gelecek yaz sezonunda Vegan Festivali yapmak üzere ikna ettiğini yazısından öğrendik.
Ankara’daki CHP Büyükşehir Belediyesi, kursağından et geçmeyen emeklilere ucuz et satarken Zülal Kalkandelen de vatandaşların sofrasından tümüyle et ürünlerini kaldırıp, yasaklama mücadelesi veriyor.
Ankara’da etçi başkan…
Ege kıyısında ete düşman festival…
Kurban kesmeyi kuluna emreden Allah, bakalım bu konuda hangisine yardım edecek, hep birlikte göreceğiz.
İnsan soyunun tümüne karşı savaş açarak, “Derin Ekoloji, türcülük, canlıların tam hak eşitliği” söylemlerinin ardında küresel burjuvazi vardır.
Vegan beslenme ile hayvansal gıdalara karşı savaş açanlara yakından baktığımızda Microsoft’un kurucusu Bil Gates’in, bu işin başında olduğunu görüyoruz. Bil Gates, büyük baş hayvanların çıkardıkları gazlarla küresel ısınmaya neden olduğunu öne sürerek sığır yetiştiriciliğinin dünya çapında yasaklanmasını istiyor. İnsanlığa da etin alternatifi olarak yapay eti öneriyor. Yapay et üretimi konusunda birçok küresel şirket, çok yoğun olarak çalışıyor. Ülkelerde sığır yetiştiriciliği azaltılarak insanların ete ulaşması engellenmeye çalışılıyor ve et ürünleri, üretim koşulları aşağılanarak insanlar, vegan beslenmeye yönlendiriliyor. Aklı başında ve ruhunu küresel şeytana satmamış tıp otoriteleri hayvansal proteinden yoksun bir beslenme şeklinin eksik olduğunu ve bitkisel proteinin hayvansal proteinin yerini alamayacağını söylüyorlar. Bu konuda Canan Karatay gibi namuslu akademisyenleri takdir etmek gerekir. Karatay Hoca, Vegan beslenmenin bazı çıkar grupları tarafından yaygınlaştırıldığını ve bu tarz beslenmenin insan bünyesine zararlı olduğunu belirtiyor.
Küresel çete; bilim, tıp filan takmadan insanlığın midesine giren yiyeceğin tümünü kontrol altına almak istiyor.
Amazon’un kurucusu Jeff Bezos da yapay ete yatırım yapıyor.
Vegan beslenme tarzı, küreselciler tarafından organize ediliyorsa küresel burjuvazinin kadınları kandırmada kullandığı feminizmin de bu kampanyadan uzak kalması düşünülemez. Veganların internet sayfası olan Vegan Gazete de bu konuyu işliyor. Bildiğiniz gibi feminizmin binbir çeşidinden bir tanesi de “Vegan Feminizm”dir.
Vegan Gazete’de “Biri olmadan diğeri hep eksik: Vegan Feminzm” başlıklı yazıda; insan merkezciliğine, ataerkil erkek egemen sisteme, türcülüğe, ırkçılığa, kapitalizme, militarizme karşı olduklarını belirterek LGBT+’ye sahip çıkmışlar. Dünyada ve Türkiye’de feminist akımın vegan feminizme dönüştüğünün müjdesini okuyuculara vermişler.
Vegan feministler; kadınların, hayvanların ve doğanın özgürlüğü için “Vegan Feminist Kamp” yaparak bir sonuç bildirisi kaleme almışlar.
Bildirilerinde “Veganlık ve Annelik” başlıklı bölüm dikkatimi çekti, dikkatlice okudum. Daha başta, “…Anne olmanın yalnızca doğurmak ile ilgili olmadığını, çoğu kez en yakınlarımıza, arkadaşlarımıza, sevgilimize, evlerimizde birlikte yaşadığımız diğer hayvanlara annelik yapabildiğimizi, anneliğin bir performans olarak hayatlarımızda yer aldığını konuştuk.” diyorlar. Annelik çeşitlerini çoğaltarak sosyolojiye katkıda bulunan vegan feministler, sonunda kendilerine göre bir aile modelinde karar kılmışlar. Onu da şöyle açıklıyorlar:
…Fakat öte yandan egemen annelik dayatmasına karşı çıkarak üreme üzerinde kendi kontrolümüzü sağlayabileceğimizi ve bir başka annelik ilişkisi kurabileceğimizi de konuştuk. Birçok kişinin bir arada yaşadığı ve çocuğu tek bir kişinin sahiplenmediği ancak çocuğa karşı herkesin belli bir sorumluluk hissettiği queer komünal yaşam deneyimleriyle cinsiyetsiz ‘annelik’lerin mümkün hale gelebileceğini; doğrudan aile ideolojisini eleştirerek tek başına yaşayan ya da iki-kadın, iki-erkek yaşayan yaşantıların da farklı annelikler üretebileceğini, bizim ve ilişkilerimizin çeşitliliğine bağlı olarak çok çeşitli annelik biçimlerinin de mümkün olabileceğini konuştuk.
Yaptıkları kamp onlara çok yararlı olmuş anlaşılan. Aile kurumunu değersiz bulup aşağılayan feministler, sonunda girip çıkanın belirsiz olduğu, kimin kiminle yattığının öneminin olmadığı ve ortaya çıkabilecek çocuklara karşı herkesin sorumlu olduğu, aslında kimsenin sorumlu olmadığı belirsiz bir aile modelinde karar kılmışlar.
Erkeğin aşağılandığı ve değersiz görüldüğü anaerkil aile modeline benziyor bu önerilen model. Engels, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı eserinde bu tür aileyi,”..yabani ve barbarlığın aşağı aşamasında bulunan halkların” bir özelliği olarak belirtiyordu. Vegan feminizm, 21. yüzyılda insanlığa model olarak bu tür bir aile modelini öneriyor. “Çok çeşitli analık modelinin” uygulandığı bir ortamda yetişen çocuğun nasıl olacağını düşünüyorum da aklım bir türlü almıyor.
Derin ekoloji, insan merkezcilik, türlerin eşitliği, veganizm, yapay et, feminizm, LGBT+ küresel kapitalizmin insanlığın önüne koyduğu modellerdir. Hepsi bir zincirin kopmaz halkalarıdır ve biri olmazsa diğeri de var olamaz.
Küreselciler, kurdukları ve finanse ettikleri örgütler aracılığıyla bu görüşleri yaygınlaştırıyorlar. Ne yazık ki Türkiye’deki sol partiler, küresel kapitalizmin ideolojik misyonerleri haline gelmişlerdir. Bu sol partilerle bağlantılı olan dernek, sendika, gazete, televizyon, internet siteleri bu görüşleri eksiksiz olarak savunuyorlar. Sol kulvarda olup da bu gidişe karşı duran bir tek merkez bile yok. AKP ve Yeni Akit gibi çevreler ise dinci bir bakış açısıyla küreselcilere bu konuda itiraz etmeye çalışıyorlar. AKP’nin de küreselci bir parti olduğu gerçeğinden hareket ederek 21. yüzyılın siyasi, kültürel konularına 2 bin yıl öncesinin dogmalarıyla cevap vermeye çalışmak boşuna bir çabadır. İki karşıt gericilik arasındaki kayıkçı kavgası karşılıklı atışmalarla sürüp gidiyor ve sahte bir biçimde laik, modern gibi davranan küreselcilerin art niyetleri, kitleler tarafından görülüp bilince çıkarılamıyor. Bu alanda doğruyu söyleyip iki kampa da karşı duran Horozlu Ayna, yetersiz olanaklarıyla mücadele etmeye çalışıyor.
Sahipsiz köpekler konusunda AKP yönetiminin bu sorunu çözecek yeteneği, bir isteği ve aklı olmadığı gün gibi aşikardır. AKP’ye muhalefet eden çevrelerin çözüm önerileri de feminist veganların savundukları aile modeline benziyor.
İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.
Karşıt olan taraflar bağırıp çağırırlar ve her şey eskisi gibi sürüp gider.
Türkiye’yi yöneten irade kendisini hiçbir kanun, yönetmelik ve ahlak kuralıyla bağlamak istemiyor ve kendi koyduğu yasaya da uymuyor. En temel yasaların bile uygulamadığı bir ortamda vatandaşın da kurallara uyma gibi bir derdinin olmadığını, gündelik hayatımızda karşılaştığımız örneklerde görüyoruz. “Küresel güçlerin hedefleri, AKP’nin yasa tanımaz tutumları, kedi – köpek sektörünün pazar hesapları ve vatandaşın alışkanlıkları bir araya geldiğinde ne olur?” sorusunun yanıtını önümüzdeki günler içinde alacağız.