Son günlerde çok izlenen kanallarda; Kızılcık Şerbeti, Ömer ve Kızıl Goncalar gibi din, tarikat içerikli dizilerin yer almasıyla birlikte tartışmalar da başladı.
Erdoğan yönetiminin medyadaki kılıcı olan RTÜK’ün, Kızıl Goncalar dizisine ceza vermesi ve iktidara yakın bazı çevrelerin dizi aleyhine kampanya yürütmesi üzerine seküler çevreler de karşı saldırı başlatarak dincilere ağzının payını(!) bir güzel verdiler.
Tartışmanın bir tarafında; Yeni Akit, Yeni Şafak, KADEM, Misvak, Sabah gibi iktidarı savunanlar diğer tarafta ise; CHP Kadın Kolları, Bir gün, medyascope,Yeniçağ, Cumhuriyet, Evrensel, TKP gibi çevreler yer aldı. Herkes kendi cephaneliğinde olan ideolojik silahlarıyla karşı tarafa taciz atışları yaptı. Hatta bu tartışmalara Fransa’nın ünlü gazetesi Le Monde gazetesinin katılmasıyla sorun uluslararası bir boyut kazandı. Aslında tartışmaları bu derece alevlendiren neden; din, türban, tarikat, ibadet gibi konuların en çok izlenen kanallarda gündeme getirilmesiydi. Yıllardır konusu Boğaz’daki yalılarda geçen mafya, Kürt dizilerine şartlanmış kitlelerin önüne türbanlı kadınlar, zikir çeken erkekler, dergahlar çıkınca neye uğradıklarını şaşırdılar. Çok pahalı arabalara binen yakışıklı erkeklerin, sarışın kadınların rezidanslarda birbirlerini kazıklamalarını, aldatmalarını gıptayla seyreden seküler insanlar, sarıklı, cübbeli, sakallı insanların televizyon ekranından fırlayarak kendi odalarına, salonlarına doluşmasından oldukça rahatsız oldular. Din, kutsal değerler üzerinden dokunulmazlık zırhı edinen tarikat ve cemaatlerin çok izlenen kanalların dizilerinde yer almaları Akit, Yeni Şafak gibi çevreleri rahatsız etti. Her türlü yoz ilişkinin kıyasıya yaşandığı bu dizi denilen bok çukurlarından dinin tertemiz çıkamayacağını onlar da görüyorlardı. Oysa sahibi oldukları Kanal 7, Samanyolu gibi kanallarda “Beşinci Boyut” gibi diziler ne güzeldi.
Bu dizilerde iyi olan tarafı; namaz kılanlar, oruç tutanlar, dillerinden Allah’ı eksik etmeyenlerdi. O insanlar, tepeden tırnağa dürüstlük, fazilet abideleriydi. İyilerin karşısında kötülüğü temsil edenler ise saçları açık, içki içen, yalan söyleyen ve namaza uzak olan kimselerdi. Bu dizilerde kişiler sadece ak ve karadan ibaretti. Gri tonlara yer yoktu. Fetö’nün bu propaganda dizilerini en çok da yoksul, cahil bırakılmış insanlar izleyip, seviyorlardı. Kanal 7’de, Samanyolu’nda yıllarca yayımlanan bu dizilerden kimse rahatsız olmadı ama ne zaman aynı içerikteki konular ShowTV, Star, Fox kanallarında yer alınca tartışmalar başladı.
Fetö’nün propaganda dizileri tarzındaki yapımlar, bu kanallarda yer alamazdı. Bu kanallardaki dizi karakterleri bukalemun gibi her renge bürünmeli ve her türlü entrikayı çevirmeliydi ki, öyle oldu. Günlük hayatta çokça gördüğümüz üçkağıtçı tarikatçılar ekranda yer alınca Yeni Şafak, Akit, “Dini değerlere saldırıyorlar, Müslümanlık aşağılanıyor” diyerek feryat ettiler. Bunun üzerine RTÜK hemen harekete geçti. Diziye ceza ve çalışma alanı kısıtlaması da peşinden geldi.
Toplumsal yarılmanın, ayrı ayrı kompartımanlarda yaşamın meşrulaştığı ve hayata dair her şeyin din ile ilişkilendirilerek açıklandığı bir döneme nasıl geldik?
İçinde yaşadığımız dönemi kader gibi kaçınılmaz ilişkiler bütünü olarak gören muhalefetin anlayışından kendimizi bir an sıyırıp sürece bütünlüklü olarak baktığımızda bugünlere planlı bir operasyonla geldiğimiz apaçık olarak görülecektir. Konumuzla ilgili olarak sırf Yeşilçam sinemasındaki “Din, dini karakterlerin değişimi ve dönüşümü” incelendiğinde bile ilginç sonuçlara varabiliriz.
Hiç kuşku yok ki sinema sanatı, kitlelerin değiştirilip dönüştürülmesinde, eğitilmesinde, istendik davranışların, düşüncelerin kitlelere kazandırılmasında iktidarlara büyük olanaklar sağlar. Bu alanda kendini mevzilendiren ABD emperyalizmi, Hollywood sinemasını en iyi biçimde kullananların başında yer alır. Yarattıkları Süpermen, Batman, Örümcek Adam gibi kahramanlarla 7’den 70’e dünyada milyarlarca insanın gönlüne, düşünce dünyasına girmeyi başarmıştır. Kolası, hamburgeri ve sinemasıyla Amerikan değerleri, Amerikan yaşam tarzı tartışılmaz değerler olarak kitleler tarafından benimseniyor.. Ondan sonrası ise kolaylıkla geliyor.
Yeni Bir İktidar, Yeni Bir Kültür
Kurtuluş Savaşı sonrası kendini inşa eden Türk devrimi, eski dönemin alışkanlıkları ve kurumlarıyla bir adım öteye bile gidemeyeceğini görerek devleti yeni baştan kurarken eski rejimin kurumlarına ve gelişimin önünde gördüğü düşüncelere karşı savaş açtı. Kurtuluş Savaşı’nın ateşli günlerinde işgalcilerle işbirliği yapan din adamlarının olduğu görüldü. İngilizler ve Saltanat makamı, Kemalist direnişi çıkarttıkları dini ayaklanmalarla engellemeye çalıştılar, yetmedi uçaklardan attıkları bildirilerle Kemalistlerin dinsiz olduğu yalanını yaydılar. Devrimlerin yapılış sürecinde sırf Şapka Kanunu’na karşı çıkarılan ayaklanmalar kanla bastırıldı. Atılan her olumlu adımda gerici çevrelerin sert direnişleriyle karşılaşıldı.
İşte bu koşullarda yeni devletin ve yeni insanın yaratılması için o yıllarda henüz yeni gelişmeye başlayan sinemanın olanaklarından Kemalist yönetim de yararlanmaya başladı.
Türk sineması ve tiyatrosunda yeri tartışılmaz olan Muhsin Ertuğrul’un, 1922 ve 1939 yılları arasında çektiği 13 sinema filminin altısında dini içerik vardı. 1922 yılında çektiği Nur Baba, 1923’te Ateşten Gömlek, 1929 yılında Ankara Postası, 1932’de Bir Millet Uyanıyor 1938’de çekilen Aynaroz Kadısı ve 1939’da çekilen Bir Kavuk Devrildi filmlerindeki dini karakterler düşmanla işbirliği yapan vatan haini olarak tasvir edilmişlerdi.
Bu filmlerin 3 tanesinin konusu Kurtuluş Savaşı’nda geçmekteydi.. Filmlerdeki din adamı; imam nikahı yapan, yağmur duasına çıkan, muska yazan, üfürükçülük yapan, kendi çıkarları için her şeyi yapan, yobaz bir tiptir.
Aşağıda yer alan ve o dönemde çizilen karikatürde Kemalist yönetimin dinci gericilikle olan savaşı anlatılıyor.
1938’de Atatürk’ün tasfiye edilmesiyle birlikte Kemalist Devrime de bir son verilmişti.
İsmet İnönü iktidarı ile başlayan karşı devrimin dine karşı tutumu da Atatürk döneminden farklıdır. Başta İngilizlerin 1945’ten sonra ABD’nin etkisiyle din faktörünün toplumsal hayatın içine sokulmasıyla birlikte sinemadaki din olgusu da değişmeye başlamıştır. Çok partili hayatla birlikte din adamları yeni bir kimlik edinmeye başlamışlardır. Çekilen filmlerde ezan sesleri, dua etme sahneleri, minare, cami görüntüleri, mevlitler olumlu bir öge olarak yer aldıkları görülmektedir. 1952 yılında çekilen Hac Yolu belgeseli, 1960 yeniden çekilerek sinemalarda gösterilmesi olay olmuştu.
1960’lı yıllardan sonra solun yükselmesiyle birlikte konusu köyde geçen romanlar, geniş okuyucu kitlesine ulaştılar. Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü, Aziz Nesin’in Zübük ve Kibar Feyzo, Üç Kağıtçı, Keriz gibi filmlerde din adamları olumsuz tipler olarak karşımıza çıkmaktadır. Solun inisiyatifinin kırıldığı, Kemalizmin Kenan Evren’le özdeşleştirildiği koşullarda uluslararası bir kurgu ile Türkiye’de dini yapılar her tarafta yaygınlaştırıldı. Adım adım devlet ve toplum dinselleştirildi. Yukarıdan aşağı doğru dayatılan dini yaşam daha fazla sayıda insan tarafından benimsenmeye başladı.
Eski Türkiye’ye ait kurumların tasfiye edildiği ve yeni bir Türkiye’nin kurulmasının neredeyse tamamlandığı bu günlerde muhalefet partileri, dinin devletleştiğini gözlerden saklamaya çalışıyor.
AKP iktidarı; eski rejimi yıkan yeni bir rejim inşa eden bir güçtür.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, Kızıl Goncalar dizisinde tarikatların iç yüzünü teşhir ettiği için İktidar tarafından hedef tahtasına konduğunu söyleyerek diziye sahip çıkıyor. Aylin Nazlıaka’nın düşünceleri ortalama solun ve Atatürkçülerin de düşünceleridir.
Medyascope’taki Tarık Çelenk’in, Yeniçağ’daki Coşkun Çokyiğit’in ve Birgün’deki Zeynep Altıok Akatlı’nın köşe yazıları; film sahneleri, karakterleri içinde boğulup dişe dokunur hiçbir fikir üretmeyen yazılar olarak değerlendirilebilir.
Emperyalizmin ideolojik kölesi olmuş bir solun ülke sorunları konusunda da tutarlı bir fikir üretmesi düşünülemez. Onlar Türkiye’deki dinci yapılanmanın AKP ve onlarla işbirliği yapan tarikatların eseri olduğunu düşünerek emperyalizmi ve siyonizmi görmezlikten geliyorlar. Yüz yıllık deneyim göstermiştir ki emperyalizm, Müslüman ülkelerde laik, çağdaş, bilimi temel alan bir iktidarın kurulmasına asla izin vermez. Başında Atatürk’ün olduğu bir çağdaşlaşma hareketinin nelere mal olduğunu en iyi emperyalist- siyonist çevreler bilirler. Bu yüzden laiklik mücadelesi aynı zamanda emperyalizme, siyonizme karşı verilen bir mücadeledir de. Son günlerde şeriatçı gidişe karşı bazı platformlar oluşturulmaya başlandı. Geçmiş dönemde laiklik konusunda kılını kıpırdatmayanların şimdilerde laiklik için öne çıkmalarına dikkat etmek gerekir. Bu kesimler laiklik kavramına “özgürlükçü laiklik” ekini getirerek mücadeleyi sulandırmaya başladılar. Onların “özgürlükçülüğü” tarikatların, cemaatlerin özgürlüğüdür, onların istedikleri dini yapıları ürkütmeyen, rahatsız etmeyen bir laikliktir. Başında ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin olduğu Laiklik için mücadele platformu, süreci istismar eden ve laiklik için bir şeyler yapılması gerektiğine inanan insanların bilincini karartmaktan öte bir işlevi de olmayacaktır.
Yeniden dini dizilere gelecek olursak çok izlenen kanalların sahiplerinin aynı zamanda AKP ile iş tutan iş adamlarının olduğunu belirtmek zorundayız.. Bu kanalların yayımları ile kitlelerin beyinleri yıkanıyor. Dizide yer alan dini karakterlerin olumsuz davranışlar sergilemelerine AKP basını, “Din adamları küçük düşürülüyor. Ahlaksız olarak tanıtılıyor.” diyerek kıyameti koparırken laik kesim kendi kahramanlarına da sahip çıkamıyor. Kızıl Goncalar’da seküler tarafı temsil eden karakterler içinde tutarlı bir kişi bile yok. Doktor, kızı, kız kardeşi, eşi, babası yani tümü tutarsız ve acınası tipler. Fetöcü bir senaristin yazdığı öykünün bir sahnesinde Atatürk resminin görünmesi ve ondan bir alıntının yapılması bizim cahil Atatürkçülerin diziyi sahiplenmesine yetiyor. Bir de üstüne tarikatçıların zaaflarının gösterilmesi çifte kavrulmuş gibi oluyor.
Cumhuriyetin ilk döneminden bu günlere gelinceye kadar din adamı algısının nasıl değişime dönüşüme uğradığını bir düşünün. Türkiye’deki siyasi iktidarın yapısı değiştikçe din adamlarının toplumdaki rollerinin de değiştiği açıkça görülüyor. Siyasal rejim gericileştikçe din adamları da topluma bir kurtarıcı olarak sunuluyor. Ömer dizisinde her hafta imam, kitlelere vaaz veriyor. İmamın haliyle referans aldığı kaynağın ne olduğu belirtmeye hiç gerek yok. Milyonlarca seküler insan, imamın verdiği vaazlarla eğitiliyor. Siz bakmayın bu dizilerde tutarsız davranan, yalan söyleyen, harama uçkur çözen dindar karakterlerin varlığına. Bizim laikler bu sahneleri gördükçe Kızılcık Şerbeti içerek kendilerinden geçerek, sarhoş oluyorlar. Toplumda dini düşünceler kökleştikçe, üç yaşlarındaki milyonlarca bebenin şeriat eğitimleri yaygınlaştıkça dini hassasiyetlere ve dini değerlere saygı daha da artacak ve dizilerde din adamlarını tutarsız, yalancı gösteren sahneler kesinlikle yer alamayacaktır.
İktidardaki partinin yerini iyice sağlamlaştırdığı, muhalefetin ise alabildiğine dağınıklık ve şaşkınlık içinde olduğu bu günün koşullarında herhangi bir konuda bile doğru, sağlıklı bir fikir üretilemiyor. Dünyaya etnik aidiyet ve mezhep temelli yaklaşıp siyaseti bu temelde yürütenlerden bi bok çıkmayacağı gün gibi ortadadır.
CHP’nin ve sosyalist solun içine yuvarlandığı, debelendiği açmaz da tam bu noktadır. Yerel seçimde istenilen başarıyı yakalayamayan bir CHP’nin ne durumda olacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yoktur. Türkiye’deki siyaset kartları AKP’nin başarılı olması temelinde dağıtılmıştır. Oyun masasında yer alan sol oyuncu da Başkanın kazanması için uygun kağıtlar atıyor. Oyunun sonunda Başkan kazanırsa – korkarım ki öyle olacak – herkes kendini Yeni Türkiye Yüzyılı kapısından geçmeye göre hazırlasın.