AKP, 2002’den beri iktidarda…
Katıldığı her seçimi kazanıyor.
AKP’nin dışında daha 134 parti olmasına rağmen hiçbirinin gücü, AKP’yi iktidardan indirmeye yetmiyor.
Tek başına seçimlere girdiler olmadı.
Ortak cephe kurup hep birlikte yüklendiler yine olmadı.
Ortak cephe kurarak girdikleri seçimde AKP’yi bir türlü yenemeyen muhalefet, bu kez de her biri seçime ayrı ayrı girerek yenmeyi düşünüyorlar.
Hadi hayırlısı…
Çıkmayan candan umut vardır.
Belki bu seçimde şeytanın bacağını kırarlar inşallah!
Türkiye’yi çok uzun bir süre yönetmiş olan kurt politikacı Süleyman Demirel, namı diğer Çoban Sülü, “Tencerenin deviremeyeceği bir hükümet yoktur.” diyerek tarihe geçmişti.
Nitekim, “Eski Türkiye’de” bu sözü doğrularcasına Ecevit, Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz gibi nice politikacı tencerenin azizliğine uğramıştı.
Eski Türkiye’den bu günün yeni Türkiye’sine geldiğimizde, Demirel’in sözünün bir hükmünün kalmadığını yaşayarak öğrendik.
Enflasyondan, hayat pahalılığından herkes feryat figan ediyor ama vatandaş, ekonomiyi ve memleketi batıran adamın peşinden gitmekten geri durmuyor.
Seçimlerde ekonomiyi, memleketi batıran partiye oy veriyor.
Bu durumda suç, iktidardan çok muhalefetindir.
Seçimle ilgili olarak öyle lafı uzatmadan bir iki konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Eski Türkiye’de seçimlerin güvenliği adaletten sorulurdu.
Seçmen listelerinin hazırlanması ve seçimlerin yapılması ve sonuçlandırılması hakim teminatı altındaydı.
AKP, seçmen listelerinin yazılması görevini aldı İçişleri Bakanlığı’na verdi.
Muhalefet partileri sustular, bir şey demediler.
Parmak boyası uygulamasına son verildi.
Muhalefet partileri sustular, yine bir şey demediler.
Sığınmacıların, Arapların vatandaş yapılmasına karşı ciddi bir muhalefet yürütmediler.
Sığınmacılardan, Araplardan kaç kişinin vatandaş ve seçmen yapıldığını muhalefet partileri merak etmediği gibi bu uygulamaya karşı da çıkmadılar.
Seçimin son karar organı olan Yüksek Seçim Kurulu’ndaki AKP hegemonyasını hiç önemsemediler.
İstanbul seçiminde zarf içindeki üç oyun geçerli kılınıp bir oyun geçersiz olduğunu söyleyen YSK kararını kabullendiler.
Genel seçimde YSK’nun, mühürsüz oy pusulalarının geçerli olduğu kararını kabul ettiler, ses çıkarmadılar.
Erdoğan’ın 3. kez aday olmasına karşı çıkmadıkları gibi, itiraz da etmediler.
Şimdiye kadar yapılan seçimlerde kullanılan oy pusulalarında AKP’nin hep 1. sırada olmasından hiç kuşkulanmadılar.
31 Mart’taki seçimde siyasi partilerin oy pusulasındaki yerlerinin belirlenmesi için yapılan kura çekiminde 36 parti içinde, AKP, yine birinci sırayı kaptı.
AKP yine ilk sırayı kapınca matematikçiler, bir partinin üst üste aynı sonucu almasının olasıllık hesaplarını yapmaya başladılar.
AKP’nin her zaman birinciliği kapması, aynı Milli Piyango çekilişine benzedi.
Piyango çekilişlerinde; nasıl oluyorsa oluyor, aynı bayide satılan bilete çıkıyor.
Ne tesadüf, YSK’nın çekilişlerinde de piyango hep AKP’ye çıkıyor.
Büyük ikramiyeyi kaybeden CHP, bu kez uyumadı ve en sonunda YSK’ya itiraz etti.
YSK’nın bu itiraza ne diyeceği bugünden bellidir.
İktidarın her türlü pervasızlığını sineye çekip ses çıkarmayan muhalefetin, bir oy pusulasındaki yerine itiraz etmesi, aklıma bir fıkrayı getirdi.
Anlatmazsam olmaz.
Fıkra şöyle:
Yıllar, asırlar önce memleketin birinde teni esmer olan vatandaşlar yaşarmış. Bahar geldiğinde 5-6 aileden meydana gelen bir grup vatandaş, çadırlarını bir kasabanın yakınına kurmuşlar. Bu topluluktaki erkekler sepet örerek, kalay yaparak, kadınlar da kasabada bohçacılık yaparak günlerini geçirirlermiş. Günlerden bir gün, yan yana olan çadırlardaki iki erkek arasında bir kavga çıkmış ve olay karakolluk olmuş. Erkeklerden biri diğer çadırda yaşayan erkeği bıçaklamış. Bıçaklanan apar topar hastaneye kaldırılırken bıçaklayan şahıs da güvenlik güçlerince gözaltına alınmış. Bıçaklayan adamı sorgulamışlar ve sıra ifade almaya gelmiş. Komiser, zanlıya soru sormuş. Adam başlamış anlatmaya... “Bak komiserim! Benim hiç suçum yok! Ben masumum! Dün akşam yemeği yedikten sonra bizim çadırın önünde ateş yaktık. Ateşi gören diğer komşular da gelince bir eğlence oldu. Allah ne verdiyse yedik, biraz da içtik. Kafalar kıyak olunca karılar oynadı biz seyrettik. Güldük eğlendik. Sonra gecenin ilerleyen saatlerinde herkes birer ikişer çadırlarına çekildi. Biz de karıyla, şoparlarla çadırımıza girdik. Şoparlar yan taraftaki yatakta, biz de karıyla ortaya serilen yatağa yattık. Bizim karı başını yastığa koyar koymaz uyudu. Hava sıcaktı, gökyüzü yıldız doluydu. Beni uyku tutmadı bi türlü. Bir zaman çadırın girişinde asılı duran perdenin arasından gökteki yıldızları seyrettim. Ne kadar zaman geçtiğini bilemem. Dışarıda, gece böcekleri ötüşüp duruyordu. Bir ara üstüme bir ağırlık çöktü, tam uykuya dalacağım sırada bir karaltının usulca bizim çadırın içine girdiğini gördüm. Gözümü kısarak, uyur numarası yaptım ve içeri kimin girdiğini çok merak ettim. Loş ışıkta bizim çadır komşusunun olduğunu anladım. Ne yapacağını çok merak ettim. Çünkü hırsızlığa gelse bizim çadırda çalınacak bir şey yok! Bu adam gecenin yarısı çadıra niye gelmişti acaba? Neden geldiğini çok çabuk anladım. Herif, usulca bizim karının yanına yattı. Ses çıkarmadım, sabrettim. Biraz hareketsiz durduktan sonra, elini bizim karının memesine el attı. Yine ses çıkarmadım, sabrettim. Sonra elini aşağı doğru uzatmaya ve oraları karıştırmaya başladı. Yine ses çıkarmadım, dişimi sıktım, sabrettim. Sonra herif, bizim karıyı kendine doğru çevirip öpmeye başladı. Yine ses çıkarmadım, Allah bana bir sabır verdi ki hiç sormayın yine sabrettim. Herif bu sefer bizim karının donunu indirdi. Yine ses çıkarmadım, sabrettim. Adam bir türlü durmak bilmiyor. Bu sefer yaptı yapacağını... Kendimi tuttum, yine de sabrettim. Amaaa! Herif işini bitirip aletini benim yan tarafta duran pantolonla sildi ya! O zaman gözüm karardı. Kafam bozuldu. Kendimi tutamadım. Yastığın altındaki bıçağı kaptığım gibi herife sapladım. İşte olay aynen böyle oldu komiser bey!”