İstanbul, Ah! Güzel İstanbul!
Ne demişti şair Nedim bir zamanlar?
Bu şehr-i Sitanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır.
Günümüz Türkçesiyle söyleyecek olursak, “Bu İstanbul şehri benzersizdir ve paha biçilemez; bir taşına bütün Acem memleketi fedadır.” diyor şairimiz. Lale Devrinin görkemli eğlencelerinden bugüne geldiğimizde “ Bir taşını, bütün bir İran’a” değişmeyen bulunur mu bilemem ama değişmeyen bir şey varsa o da İstanbul’un, her zaman kültürün, sanatın merkezi olmasıdır.
“Değişim”, “Sanat”, “Kültür” deyince hemen aklıma, bir sanat etkinliği geliverdi.
İstanbul’umuzun güzide semti Kadıköy’de bulunan Süreyya Opera binasında “Bir Opera Gecesi” dinletisi gerçekleştirildi.
Opera sanatçısı, soprano Pervin Chakar’dı.
Bilmeyenler için söyleyeyim; Pervin Chakar, sosyal medya paylaşımlarında, kendisiyle yapılan röportajlarda Türkiye topraklarının bir bölümü üstünde Kürdistan devletinin kurulmasını istediğini belirterek aynı zamanda Türkleri “işgalci ve barbar” olarak suçlamıştı.
Söz konusu,“Kürdistan, işgalcilik, barbarlık” oluca, HEDEP Van Milletvekili Pervin Buldan, adaşını bu sanat gecesinde yalnız bırakmak istemedi ve CHP Genel Başkanlığına yeni seçilen çiçeği burnunda Özgür Özel’i koluna takıp operaya götürdü.
Bu sanat gecesinde kimler yoktu ki?
Türkiye’nin sanat ve siyaset dünyasının ünlülerinden her biri oradaydı.
HEDEP Van Milletvekili Pervin Buldan, gecenin ev sahibiydi sanırım. CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, Kürt kökenli Kadıköy Belediye Başkanı Şeril Odabaşı, Sezgin Tanrıkulu, Binnaz Toprak, Vivet Kanetti, Uluç Buldan, Nesrin Naz ve gecenin şeref konuğu Özgür Özel’di.
Ha… Bu arada söyleyeyim, o gecede bütün gözler Ekrem İmamoğlu’nu aradı, durdu.
Acaba Ekrem Başkan, bu geceye neden gelmedi?
Seçim arefesinde İstanbul’da kendisine gelebilecek milliyetçi, muhafazakar oyları ürkütmek istememesi olabilir mi?
Bence olabilir.
Çünkü Diyarbakır’da yapılan her türlü sanat etkinliğinin baş konuğu her zaman İmamoğlu olurdu.
Bu kez, kurbağaları ürkütmeme düşüncesi ağır bastı demek ki.
Her neyse… Sanat etkinliğinin sonunda Özgür Özel, sahneye çıkarak çiçeğini Pervin Chakar’a sunduktan sonra önünde eğilerek elini öptü.
İşte bundan sonra kızılca kıyamet koptu.
Türkiye’de büyük bir tartışma başladı.
Yılmaz Özdil, sosyal medya hesabından, “Her şeye itiraz etmeyin, değişime bir şans verelim diyorlardı, buyurun… Yerel seçimin seçim afişi Akp’ye hediye edildi!” dedi.
Bunun üstüne karşı cephe hemen saldırıya geçti.
Cephenin en kızgın delikanlısı Fazıl Say’dı. Bir sanatçı olarak; işten, sanattan, operadan çakmayan Yılmaz Özdil’in bir güzel ağzının payını verdi.
“Pervin şahane bir sopranodur. Özgür bey çok iyi yapmış. Zarif davranmış… Pervin’in kürt olması Yılmaz Özdil’i rahatsız etmiş olmalı. Eğer hakkaten öyleyse; Biz de Özdil gibi faşistlerden rahatsızız.” dedi.
Say’ın paylaşımındaki yazım yanlışlarından ben sorumlu değilim. Dünyaca ünlü sanatçımız Türkçeyi böyle kullanıyorsa vardır bir bildiği. Onda kusur bulacak kadar aklımız ermez bu işlere. Türkçe bilmezliğini, Yılmaz Özdil’e duyduğu öfkeden dolayı bir an için yaşadığı şaşkınlığa bağlıyorum.
Fazıl Say’ın, Yılmaz Özdil’i “faşist” ilan etmesini bazıları fazla abartılı bulabilirler.
Ama yanılıyorlar.
Fazıl Say, “Kürtler” söz konusu olduğunda diğer solcularımızın her zaman yaptığı gibi Kürtleri eleştirenleri hemen “ırkçılıkla, faşistlikle” itham etmiş.
Kürtler eleştirilemez.
Kürtler hakkında olumsuz bir cümle kurulamaz.
Bu gibi Hitlervari davranışlara tevessül edenler, bu dünyada da öbür dünyada da ırkçı ve faşist olmayı hak ederler.
“Kürtler eleştirilemez” kuralı, Türkiye’de yazılı olmayan ama çok geçerli, tabu olan bir kuraldır.
Kuralı çiğneyenlerin boynuna hemen “Ben ırkçıyım, faşistim” ibaresi asılır. Seceresinde “Kürt düşmanlığı” yazanlar, sol mahalleden bir cüzzamlı olarak kovularak tecrit edilirler.
Kürtleri Sevenler Cephesinden bazıları, bu el öpme davranışını “Sanatçıya saygı duyma” ile açıklamaya, savunmaya çalıştılar. O zaman “faşist Yılmaz Özdil” de, “Özgür Özel, bir sanatçının elini öptüğünü gösteren bir fotoğrafını paylaşsın, bütün söylediklerimi geri alıp özür dileyeceğim.” dedi.
Şimdiye kadar böyle bir fotoğraf sosyal medyaya servis edilemedi.
Bu arada Atatürk’ün sadece laikliğini sevip diğer niteliklerinden nefret eden hızlı devrimci(!) Enver Aysever, diğerlerinden çok farklı olduğunu yedi cihana gösterdi. Sağ elini yumruk yaparak havaya kaldırdı ve şöyle seslendi:
Özgür’ü kutluyorum. Bir sanatçının, bir hanımefendinin önünde eğilmek, elini öpmek saygın bir davranıştır. Bundan dolayı seçim kaybedecekse kaybetsin! Nedir bu ırkçılık, Kürt alerjisi? Yazıklar olsun!
Aferin Enver!
Aynı adı taşıdığınızdan olsa gerek, Enver Paşa’nın ruhunun senin bedeninde dolaştığını düşündüm bir an.
Nasıl düşünmeyeyim?
O da senin gibi duygularının esiri olup koca orduları kırdırmış, ülkeyi berbat etmişti. Özgür Özel için, “Elini öptü diye seçim kaybedecekse kaybetsin.” diyorsun.
Sayın meslektaşım Enver, aynı Osmanlı paşaları gibi düşünüyorsun.
Dediğimde çok haklıyım.
Senin, “elini öptü diye seçim kaybedecekse kaybetsin.” lafların, bana Baltacı Mehmet Paşa’yı hatırlattı. 1711’de Ruslarla yapılan savaşta Baltacı Mehmet Paşa da, Rus Çariçesi Katerina’yı öpme uğruna Osmanlı’yı tarihi bir fırsattan etmişti.
Haşa! Bu dediklerimden farklı bir anlam çıkmasın. Benim altını çizmek istediğim konu; yapılan bir davranıştan dolayı büyük zarara uğrama ve altında kalma düşüncesinin yanlışlığıdır.
Şair Nedim de İstanbul’un bir taşı üstünden Acem ülkesi pazarlığı yapıyordu. Bizim hızlı sosyalistimiz Enver Aysever de bir Kürt sanatçının elini öpme uğruna İstanbul’u Akp’ye vermekte bir sakınca görmüyor.
Enver Aysever, ülkemizin Kürtlere kara sevdalı bir aydınıdır. Kara sevdanın en tipik özelliği, duyguların etkisi altında kalınarak gerçeklik algısının yitirilmesidir.
O, kara sevdalılara ne derseniz deyin, önlerine hangi kanıtı koyarsanız koyun, dediklerinden asla bir adım geriye atmadan aynı şeyleri söyleyip dururlar. Kürt hareketinin emperyalizmle işbirliğini küresel çeteyle, siyonizmle halvetini meşru görüp sosyalist literatüre yeni katkılarda (!) bulunurlar.
Marx, “Luis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i” adlı kitapta tarihte büyük olayların iki kez tekrarlandığını söyledikten sonra şu eklemeyi yapar: “Birinde trajedi, diğerinde komedi olarak.”
Ben de Marx’ın bu sözünden yola çıkarak şunları belirtmeliyim:
Geçen aylarda yaşadığımız Cumhurbaşkanlığı seçimleri; hazırlanışı, örgütlenişi, ittifakları, söylemi, hedefleri ve pratiği ile tam anlamıyla trajediydi. Bu trajedinin etkisinden insanlar aylarca çıkamadılar. “Değişim- dönüşüm” kampanyasıyla aynı kadrolar, halk kitlelerine ikinci bir trajedi yaşatmak için çok gayret sarf ediyorlar. İkinci trajedinin mutlaka bir komedi olacağının altını çizen Marx, dediğinde son derece haklıdır. Daha şimdiden palyoçolar, komedyenler yerlerini almaya başladılar. İlk perde İstanbul’da Süreyya Opera Binasında sahneye konuldu. AKP çevresi notlarını aldı, bir kenara koydu. Mart ayında seçim tiyatrosunda hep beraber göreceğiz.
CHP, ayrılıkçı Kürt hareketiyle ittifak kurarak seçimi asla kazanamaz.
Ayrılıkçı Kürt hareketi, CHP’yle, “Kürdistan’ın tapusunu almadan” bir ittifak içine girmez.
CHP ve HEDEP’in yıkıcı bir ittifakına Türk halkı oy vermez.
Bu gerçek bilindiği halde bu komedi neden oynanıyor?
CHP yöneticileri neden böyle bir siyasi intiharı göze alıyorlar?
Bunun nedeni CHP’in işgal edilmesiyle ilgilidir.
CHP, ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğinin ve mezhepçi Aleviliğin işgali altındadır ve CHP’nin ne olacağı sorunu onları zerrece ilgilendirmemektedir. Onlar için önemli olan tek şey, sürecin Kürtlüğe ve Aleviliğe hizmet etmiş olmasıdır. Kongrede Kemal Kılıçdaroğlu taraftarları ile Özgür Özel taraftarları arasında kıyasıya bir rekabet yaşandı ve sonuçta Ekrem İmamoğlu’nun desteklediği Özgür Özel ipi göğüsledi. Kongreye ilişkin olarak her iki taraf da belgeler topladı ve şimdi Kongre mahkemeye düştü.
Önümüzdeki günler içinde her iki taraf, mahkemede birbirini yolsuzlukla, delegeleri parayla satın almakla suçlayacaklar. Otellerde çekilen alış-veriş videoları elden ele dolaşıyor. Pazar günü açılan döviz bürolarından otellere taşınan dolarların delegelere ulufe olarak dağıtılması, pehlivan tefrikası gibi her yerde anlatılıyor. Yandaş basın ve devletin organları ha bire seçim arşivi oluşturuyor.
Yapılan CHP Kongresinin iptal edilmesi ve yönetimin eski başkan Kılıçdaroğlu’na teslim edilmesi ya da CHP’ye kayyum atanması gündemdedir.
Yani CHP’nin kaderi her iki durumda da Erdoğan’ın iki dudağı arasındadır.
Yüce Başkan, ne buyururlarsa o olacak.
“El öpmek, dudak” derken Tayyip Bey’in dudaklarına kadar geldik.
Eee… Marx, “Tarihte bütün olaylar, birincisinde trajedi ikincisinde de komedi olarak yaşanır.” derken haklı değil mi?
Etnik milliyetçilik ve mezhepçilik, bizlere seçim olayının ikincisini komedi olarak yaşatmak ve belediyeleri Tayyip Bey’in hizmetine vermek için çok çalışıyorlar. Biz de oynanan komediyi içimiz sızlayarak ve ancak acı acı gülümseyerek izleyeceğiz.
Daha şimdiden komedi seven herkese iyi seyirler dilerim.