Bu yazıyı yazmak için masamın başına oturduğumda, gözüm bir yandan da televizyonlardan naklen verilen CHP Kurultayındaydı. Yapılan ateşli konuşmalar, atılan sloganlar, asılan pankartlar ve televizyonların pek ünlü yorumcularının parlak(!) fikirlerinden hiçbiri CHP hakkındaki düşüncelerimi değiştirecek en ufak bir etki yaratmadı.
Aksine daha da pekiştirdi.
20 yıldan beri aynı kişiler, “Değişim- Dönüşüm” yaygaralarıyla aynı lafları söyleyip duruyorlar.
“Değişim -Dönüşüm” kavramları, eskiye karşı yeniyi içeren bir tavrı içinde barındırır.
Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi, CHP yönetimine gelip yerlerini sağlama aldıklarında ilk iş olarak “Yeni CHP” lafını ortaya atmışlardı. Yeni CHPciler, altı ok dahil olmak üzere partinin çağın koşullarına göre yeniden dizayn edilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Parti tabanından tepkiler yükselince istedikleri değişimin hemen gerçekleşemeyeceğini görerek, planı sürece yayıp partiyi adım adım dönüştürme yoluna gittiler. Laiklikten vazgeçme, yüzleşme kampanyaları, partinin sağcılaşması, parti çizgisine düşman olanları partinin üst noktalarına taşınması gibi hamleleri adım adım gerçekleştirdiler.
Aslında 90’lı yılların sonunda yapılan bir genel seçim döneminde “Yeni CHP” lafını ilk kez Deniz Baykal ortaya atmıştı. O, “Anadolu Solculuğu” dediği kavramın içine; Mevlana’yı, Hacı Bektaşi Veli’yi, Şeyh Bedrettin’i velhasıl feodal dönemde yaşamış etnik ve dini kişi kim varsa bir kaba doldurup karıştırarak bir çorba yapmıştı. Baykal’ın yaptığı “Anadolu Çorbasını” kimse içmeyince çorba ortada kaldı, seçimden sonra da unutuldu gitti.
“Yeni CHP, Değişim, Dönüşüm” lafları bize, CHP’nin bir kimlik bunalımında olduğunu gösteriyor.
CHP, kimliğini kaybetmiş olarak ortada dolaşıp duruyor ve ona inanan milyonlarca insana da büyük hayal kırıklıkları yaşatıyor.
CHP, bugün itibarıyla kimliksizdir.
CHP bugün itibarıyla hastadır.
CHP bugün itibarıyla işgal altındadır.
Dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu koşullar bize gitmemiz gereken yolu dayatırken, diğer tarafta ise yozlaşmış ve satın alınmış yöneticiler, çakma önderler CHP kitlesine gidilecek yer olarak bataklığı gösteriyorlar.
Bugün, dünün koşulları üstünden şekillendi.
Yarın da bugün yapabildiklerimiz üzerinden şekillenecek.
İdeolojik netlik ve bilinç, zifiri karanlıkta yolumuzu aydınlatan bir fenerdir. Elimizdeki feneri CHP tarihine, onun geçmişine tutup oradaki kırılmaları iyi kavramak gerekir.
Yazımın birinci bölümünde Cumhuriyet döneminde ilk önemli kırılmanın Atatürk’ün ölmesi ve İsmet İnönü’nün iktidara gelmesi ile yaşandığını belirtmiştim.
İsmet İnönü dönemi esas olarak CHP’nin Kemalist değerlerinden uzaklaştırılarak bürokratik, hantal bir partiye dönüştürülmesi tarihidir.
2. Dünya Savaşı sonrası dönem, Türkiye’nin “Küçük Amerika” olma dönemiydi. Dönemin değerlerini içselleştirmiş yöneticiler, iktidardaki sağ partilerle birlikte Türkiye’yi 60’lı yıllara kadar taşıdılar.
CHP’nin ilkelerinin içine ilk kez “Ortanın Solu” ve “Sosyal Demokrasi” kavramları 1965 yılında taşındı.
65-80 yılları arasında sosyalist rüzgarı kesmek için ortaya atılan “ortanın solu”kavramı bugün hiç kimse tarafından savunulmuyor. Sosyal demokrasi kavramı ise bugün tüm CHP kitlesinin dilindedir. Herkes kendisinin sosyal demokrat olduğunu öne sürerek lafa başlıyor. Kemal Kılıçdaroğlu ve Özgür Özel; Cumhuriyetin kurucu değerleri ile sosyal demokrasinin evrensel değerlerinin birliğinden Türkiye’nin kurtuluş reçetesinin çıkacağını öne sürüyorlar. Koca koca, anlı şanlı profesörler CHP’nin içinde yaşadığı sorunların çözümü için sosyal demokrasinin ilkelerine sıkı sıkı sarılınması gerektiğini savunuyorlar.
Herkesin çok çok övdüğü ve her türlü hastalığa iyi geldiği öne sürülen sosyal demokrasi nedir?
Kemalizmin yanında takviye olarak verilecek sosyal demokrasi vitamini, hasta olan CHP’yi ayağa kaldırabilecek midir?
Yoksa “Eskimiş, geçmişte kalmış Kemalizm” terk edilerek, evrensel bir fikir olan sosyal demokrasinin esas alınması daha mı yararlı olur?
Ya da sosyal demokrasiye boş verip tek başına Kemalizme mi sahip çıkalım?
Aslında 60 yıldır CHP kitlesinde yukarıda sorduğum soruların yanıtları aranıyor ve tartışılıyor.
Cumhuriyetin 100. yılında CHP kitlesi ve aydınlanmacı çevreler, bu sorulara doğru yanıtlar vermeden ve düşünsel anlamda bir netlik sağlamadan olumlu bir adım bile atamazlar.
O zaman sormamız gereken soruyu soralım.
Sosyal Demokrasi Nedir?
Biraz sıkıcı da olsa bazı kavramlarda netlik sağlamak için biraz geçmişe gitmek zorunludur. Çok fazla detaya girmeden yazının konusu çerçevesinden uzaklaşmadan bazı önemli noktaların altını çizmek istiyorum.
Sosyal demokrasi,insanlığın son iki yüz yılını çok yakından ilgilendirmiş bir kavramdır. Sosyal demokrasi üstüne kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmış olup bu gün de yarın da konuşulacak bir konudur.
Feodal üretim ilişkileri çözülüp yerini kapitalist üretim ilişkileri almaya başlayınca tarihte işçi sınıfı denilen yeni bir sınıf ortaya çıktı. Üretim sürecinde artı değer üreterek bütün zenginlikleri yaratırken kendisi de en kötü koşullarda yaşayıp çok uzun saatler boyu çalışmak zorunda kalıyordu. Vahşi kapitalizm olarak adlandırılan o günlerde işçiler haklarını almak için yardımlaşma sandıklarında, sendikalarda, işçi birliklerinde ve en üst örgütlenme olan partilerde örgütlendiler. 19. yüzyılın sonuna doğru kapitalizmin en gelişmiş olduğu kıta Avrupa’sında Sosyal Demokrat Partiler kuruldu. Hemen hemen her ülkede kurulan bu partiler, kapitalizmi yıkarak sosyalizmi kurmayı programlarına yazdılar ve genel olarak bu partilerin tümü Marksist partilerdi. İşçi sınıfı bu partilerde yer alarak sınıf mücadelesini yürütüyordu.
Avrupa kıtasında ve Kuzey Amerika’da işçiler, mücadeleleri sonunda bir takım sendikal ve ekonomik haklar kazandılar. Özellikle Avrupa burjuvazisi sömürgeleri yağmalarken elde ettiği aşırı kazançlarından bir kısmını işçi sınıfına “sus payı” olarak verdi ve işçi sınıfının yaşamında kapitalizmin doğduğu günlere nazaran çok büyük iyileşmeler sağlandı. Komünist Manifesto’da öne sürülen “Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur.” saptaması aşınmaya başlamıştı. Proletaryanın artık kaybedeceği şeyleri de vardı. İşçi sınıfının nispi olarak iyileşmiş olan ekonomik durumu, düşünce olarak partiye de yansıdı. Genel olarak savunulan, kapitalizmi bir devrimle yıkarak, proletarya diktatörlüğü kurma tezi yumuşatılmaya başlandı. Özellikle Avrupa’nın en kitlesel olan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde, devrim yapmadan seçimle iktidara gelme ve burjuva hükümetlerde görev alma savunulmaya başlandı. Bu yeni çıkan görüşe “revizyonizm” dendi. Revizyonist partiler, uluslararası sosyalist örgütlenme olan 2. Enternasyonal’de egemen oldular ve 1. Dünya Savaşı’nda kendi savaş hükümetlerini desteklediler. Bu sosyal demokrat partilerin dikkati çeken en önemli özelliklerinden biri de kendi burjuvalarının sömürgeleri yağmalamalarına onay vermeleriydi. Sömürgelerdeki işçi sınıfının durumu, onları hiç ilgilendirmiyordu. 1. Dünya Savaşı’nın sonunda 1917’de Rusya’da Bolşevik Devrimi oldu. Bolşevikler, Avrupa sosyal demokratlarını devrime ihanetle, burjuvazinin kuyruğuna takılmakla suçladılar. Savaş sonunda ise bu sosyal demokrat partiler arasında ayrışmalar yaşandı. Komünistler, sosyal demokrat partilerden koparak Komünist Partilerini kurdular. Rusya’nın öncülüğünde Komünist Enternasyonal kurulurken diğer yandan da sosyal demokrat partiler Avrupa’da faaliyetlerini sürdürdüler.
2. Dünya Savaşı sonunda dünyada iki kamp ortaya çıktı. Başını Sovyetler Birliği’nin çektiği kampta Komünist Enternasyonal partileri vardı. Diğer tarafta ise Avrupa burjuvazisi, işçilerini Komünist Enternasyonal’e kaptırmamak için Sosyalist Enternasyonl’in örgütlenmesinin yolunu açtı. 1951’de Almanya’da kurulan ve merkezi İngiltere’de olan bu kuruluşa 132 siyasi parti ve kuruluş üye oldu. Marksizmle olan ideolojik bağını kesen Sosyalist Enternasyonal, kendisine küresel kapitalizmin sorunlarına piyasa ekonomisi koşullarında çözüm üretmeyi dert edindi.
Sosyal demokrasi düşüncesi ilk kaynak olarak işçi sınıfının bir faaliyetinin bir unsuru olarak doğmuş olsa da tarihi pratiği içinde bir burjuva hareketine dönüşerek karşı devrimci bir hatta savruldu.
Sosyal demokrasi, Avrupa burjuvazisinin işçilerine verdiği rüşvetler karşılığında varlığını sürdüren bir oluşumdur ve bu yüzden yalnızca Avrupa kıtasına özgü bir harekettir. Başka kıtalarda uygulanma şansı yoktur. Örneğin dünya kapitalizminin en gelişmiş olduğu ABD’de sosyal demokrasi geleneği yoktur. Amerikan burjuvazisi, Avrupa kıtasına özgü olan bu uygulamayı gerekli görmemiştir. Bu yüzden Avrupa’nın dışında sosyal demokrat iktidarların olması olanaksızdır. Çünkü sömürgelerde ve geri kalmış ülkelerde burjuvazinin emekçilere vereceği sus payı yoktur. Buradan hareketle Türkiye’de söylendiği gibi işçi ve emekçilerin refah içinde yaşayacakları sosyal demokrat iktidarlar -burjuvazinin egemen olduğu koşullarda –asla kurulamaz.
Türkiye’deki burjuvazinin böyle bir lüksü yoktur.
İşin pratiği de zaten ortada durmaktadır.
Dünyaya egemen olan küresel çeteden arta kalanlarla beslenen Türkiye burjuvazisinin, emekçi sınıflara “sus payı” vermesi şöyle dursun, elindekilerin de tümünü alarak onları tamamıyla mülksüzleştiriyor.
“Sosyal demokrasi hareketi yalnızca Avrupa’ya ait ise o zaman Güney Amerika, Afrika, Orta Doğu, Asya ülkelerinde niye sosyal demokrat partiler kuruluyor ve Sosyalist Enternasyonal’e üye oluyorlar?” diye bir soru akla gelebilir. İşte bu noktada emperyalizm devreye giriyor. Özellikle Almanya bu işin başını çekerek kıta Avrupa’sı dışında kalan ülkelerde sosyal demokrat partilerin kurulmasına ön ayak olarak bu ülkelerdeki sol, ulusal hareketleri kendi kontrolü altına alarak onları sahte cennetlerle uyutuyor. Alman gizli servisinin Türkiye’deki faaliyetleri, Alman Vakıfları üzerinden yürütülüyor. Alman Vakıflarının Türkiye’de kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan dernek, vakıf ve partilerle ortak etkinlikler düzenlediklerini görüyoruz. Özellikle son dönemlerde bu tür derneklere, vakıflara üye olan kişilerin paraşütle CHP’nin başına getirildiğine tanık oluyoruz. Bu derneklerde çalışan buradan yetişenlerin ortak olan özelliklerinden biri de Atatürk’ten nefret etmeleridir.
Bu vakıf ve dernekler, Alman mandacısı yetiştirip CHP’ye ihraç ediyorlar.
Son yıllarda Sosyalist Enternasyonal’de önemli gelişmeler yaşandı.
2013 yılında Almanya Sosyal Demokrat Partisi, Sosyalist Enternasyonal’e olan aidatında önemli derecede kısıntı yaparak, tavır alarak yeni bir uluslararası kuruluşun oluşmasına öncülük etti.
Progressive Alliance denilen Türkçe’ye İlerici İttifak ya da “Politik Enternasyonal” çevrilen bir örgüt kuruldu. Şu anda dünya çapında 140 üyesi bulunmaktadır. İlerici İttifak, Sosyalist Enternasyonal’den de sağcı bir oluşumdur. Kurumun içeriğini logosu ele vermektedir. Hiçbir mesaj içermeyen çizgiler, emperyalizmin sınırlarını belirlemiş herhalde? Bu kurumun gündeminde yalnızca küresel kapitalizmin sorunları vardır ve küresel kapitalizmin liberal piyasa ekonomisi çerçevesinde dünyanın yağmalanmasına hizmet etmektedir.
11 Mart 2017 tarihinde Almanya’nın Leipzig kentinde ve Friedrich- Ebert Vakfı’da İlerici İttifak’ın toplantısı yapıldı. Yapılan bu toplantıya Türkiye’den; CHP Ekonomi Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey, SODEV Onursal Başkanı Ercan Karakaş ile Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç katıldı.
“Türkiye’den toplantıya katılan aslan sosyal demokratlarımızın arasında elleri ceplerinde olan şahıs kimdir?” diye merak eden olursa onu da kısaca açıklayayım.
Friedrich Ebert, 1913 yılında Alman Sosyal Demokrasi Partisi’nin başkanlığına seçildi. 1919 yılında da cumhurbaşkanı oldu. O yıllarda Almanya çok karışıktı. Savaştan yenik çıkan Alman burjuvazisi, yaşanan ekonomik krizi Alman işçi sınıfının sırtına yükledi. Alman sosyalistleri içinde yer alan devrimci işçiler ayaklandılar, Ayaklanmacılar bazı eyaletlerde başarılı oldular. İşçilerin ayaklanması sonucunda zor durumda kalan cumhurbaşkanı, Genel Kurmay Başkanı ile bir ittifak yaptı. Bizim sosyal demokrat Ebert’in marifetiyle, işçi iktidarı için ayaklanan işçiler ve Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi önderler katledildi. “Fotoğraftaki Ebert, ellerini ceplerine niye sokmuş?” diye merak edenlere hemen söyleyeyim; katledilen işçilerin kanları ellerine bulaştığından dolayı görülmesini istemeyerek ellerini ceplerine sokuyor. Bizim aslan sosyal demokratlar da işçileri katletmiş bir adamın silüeti yanında gülümseyerek fotoğraf veriyorlar. Emperyalizm, Alman burjuvazisi, kendisine böyle hizmetlerde bulunmuş adamı karşılıksız bırakmamış ve adını vererek vakıflar kurmuş. Ebert, Alman burjuvazisine bugün de adıyla vakfıyla dünya çapında hizmetlerde bulunuyor.
Bize düşen pay nedir?
Bizim sosyal demokratlar da Almanya’ya sık sık giderek oralardan edindikleri fikirleri CHP kitlesine satıyorlar.
Alman devleti, Türkiye’nin kuruluş sürecine ve Atatürk’e karşıdır. Alman entelektüeller bunu defalarca açıkladılar.
Alman devleti, Anadolu’da Türk ulusunun varlığını bile kabul etmiyor. Bu yüzden Türkiye’nin yapay bir devlet olduğunu iddia ederek bize gidilecek yol olarak İslam’ı gösteriyorlar.
Sosyal demokrasi düşüncesi karşı devrimcidir ve bugün dünya çapında sosyal demokrasi, küresel kapitalizmin maskarası olmuştur ve bu yüzden Avrupa’da işçiler, çalışanlar sosyal demokrat partilerin ihanetlerini görerek bu partilerden hızla uzaklaşıyorlar.
Avrupa’da sosyal demokrasinin bir geleceği yoktur ama emperyalist burjuvazi, sosyal demokrasiyi son damlasına kadar sıkarak varlığından faydalanmak istiyor. Alman burjuvazisi ve Avrupa Birliği, Orta Doğu’da emperyalist planlarını gerçekleştirmek için Sosyalist Enternasyonal’i ve İlerici İttifak’ı kullanıyor. Türkiye özelinde de PKK’yı ve şeriatçı örgütlenmeleri destekliyor. Alevileri de ayrı bir din temelinde örgütleyerek Aleviliği azınlık statüsüne almaya çalışıyor. Türkiye’de Alman vakıfları kanalıyla partileri, sendikaları, dernekleri, meslek örgütlerini kendi amacı doğrultusunda yönlendiriyor.
Atatürk yaşamının hiçbir döneminde sosyal demokrat olmadı. O Türkiye’nin içinde bulunduğu Orta Doğu’nun çok zor koşullarında ulus devleti kurarken karma ekonomi modeliyle sorunları aşmaya çalıştı ve oldukça da başarılı oldu.
Sosyal demokrasi kavramının CHP metinlerine ve söylemine ilk kez 1965 yılında girdiğini belirtmiştik. O dönemler Türkiye’de yabancı istihbarat örgütlerinin en çok operasyon yaptığı dönemlerdi. Ajanların cirit attığı o çalkantılı dönemde ortanın solu ve sosyal demokrasi kavramları halkın sosyalizme yönelmesini engellemeye hizmet etmiştir ve oldukça da başarılı olmuştur. Soğuk savaş döneminde emperyalizmin Türkiye’yi İslam’a yönlendirdiği koşullarda sosyalizm belası “ortanın solu, sosyal demokrasi” hayalleriyle bertaraf edilmiştir. Bülent Ecevit’in kendinle özdeşleşen “köy kent” modelinden geriye ne kaldı? Köylü yığınları kentlere yığılarak mega kentler oluşturularak emperyalizmin istekleri doğrultusunda kırsal alan boşaltıldı.
Ecevit’in demokratik solundan geriye Fetullah Gülen’e düzdüğü methiyeler kaldı.
Bugün de aynı film, 99 sinemada ve 99 kanalda oynatılıyor.
CHP’de Genel Başkanlık yarışını Özgür Özel kazandı.
Kemal Kılıçdaroğlu, Kurultayda yaptığı konuşmada, “CHP, Avrupa’nın en güçlü sosyal demokrat partisidir. CHP, bugün Sosyalist Enternasyonal’in en şerefli, en değerli partisidir.” dedi.
Özgür Özel de Kurultayda yaptığı uzun konuşmada, “…biz sol bir partiyiz, biz sosyal demokrat bir partiyiz.” diyerek siyasal kimliğinin altını çizdi.
İstanbul İl Başkanı da Ekrem İmamoğlu da şerefle kendilerinin sosyal demokrat olduğunu öne sürüyorlar.
“Cumhuriyetin kurucu değerleri ve altı ok ilkemiz ile sosyal demokrasinin evrensel değerlerini birleştiren bir hat izleyeceğiz.” “Hem Kuvayi Milliyeciyiz, hem de sosyal demokratız.” bu tür laflar, CHP tabanında oldukça prim yapıyor.
Hem Kuvayi Milliyeci, hem sosyal demokrat olunmaz.
Cumhuriyetin kurucu değerleri, altı ok ilkesi ile sosyal demokrasi birleştirilemez.
Onlar her ikisi de zeytinyağı ile su gibidir.
Asla kaynaşamazlar çünkü her ikisi de birbirlerini ret ederler.
Alman devletinin istihbarat örgütü olan BND’nin eğitiminden geçmiş CHP’li yöneticilerin hiçbiri bir kez olsa bile “Türk ulusu” lafını ağızlarına almıyorlar.
Atatürk’ten bir şeyler söylemek zorunda kaldıklarında ise laikliğin dışında bir şey söylemiyorlar ve Atatürk’ü kendi çıkarlarına göre çarpıtarak yorumluyorlar.
Sosyalist Enternasyonal’in ve İlerici İttifak’ın en gözde partisi, HEDEP’tir. HEDEP bu kurumlarda gözlemci sıfatında yer alıyor.
İlerici İttifak, 2019 Özel Siyasi Cesaret Ödülü’nü Selahattin Demirtaş’a verdi.
İlerici İttifak neyi savunuyor?
İllerici İttifak; Avrupa emperyalizminin demokrasisini savunuyor, cinsiyet eşitliği adı altında LGBT+’yi savunuyor, insan hakları adı altında ulus devletlerin etnik ve dini olarak ayrışmasını savunuyor, küreselleşme adı altında dünyanın yağmalanmasını savunuyor, iklim değişikliği adı altında ulusal ekonomilerin olanaklarının kısıtlanmasını savunuyor.
Emperyalizmin savunduğu demokrasisinin ne olduğunu bu günlerde en iyi Filistinliler anlamışlardır sanırım. CHP’nin satılmış yöneticileri, Avrupa emperyalizminin zehrini şekere bulayarak CHP kitlesine yedirmeye çalışıyorlar. Halk TV, TELE1, KRT gibi kanallardaki televizyon yorumcuları maaşa bağlandıklarından dolayı onlarda aynı yalanı ortada çevirip duruyorlar.
Sosyalist Enternasyonal ve İlerici İttifak yöneticileri, bize Araplaşmamızı öneriyorlar ve bu yüzden Türkiye’ye daha fazla sığınmacı gönderilmesini savunuyorlar.
Avrupalı sosyal demokratlar bize Cumhuriyet değerlerinden uzaklaşmamızı, Atatürk’ü unutmamızı öneriyorlar.
100. Yıl gösterilerinde milyonlarca insan Cumhuriyet değerlerine ve Atatürk’e sahip çıktı ama yönetimdeki kişilerin iki tane Atatürk lafı etmesine kanarak onların peşinden gidiyorlar.
Bugün CHP işgal altındadır.
Yıllarca ilmek ilmek oluşturulan bir planla CHP bir Kürt partisine dönüştürüldü.
Yönetimdeki ve belediyelerdeki önemli görevlerin başında “Dersimliler” yer alıyor. Kürtlerin üçte ikisinin Türklerin yaşadığı illerde yaşadığından hareketle bu il yöneticilerinin de Kürtlerden meydana geldiğini biraz detaylı araştırma yapanlar görebilir.. Ayrıca kimliğini kaybetmiş ve Kürt propagandası altında kalmış Aleviler de bu kampanyada mezhepçilik yaparak yer alıyorlar.
Türkler ise bu etnik ve mezhepçi organizasyona hizmet ettikleri ölçüde kendilerine bir yer bulabiiliyorlar.
Etnik milliyetçilik ve mezhepçilik CHP’yi esir almıştır.
Etnik milliyetçi ve mezhepçi çete, emperyalist kurumlarla işbirliği yaparak Türkiye’yi çökertiyor.
Bu yozlaşma ve çürüme altında CHP’nin varacağı bir cennet de yoktur.
Bu koşullar altında CHP’nin başına kim gelirse gelsin sonuçta değişen bir şey olmayacaktır.
Yeni seçilen Başkan Özgür Özel, bağıra bağıra “eşit yurttaşlığı” savunuyor.
Eşit yurttaşlığı savunan Atatürkçü olmak şöyle dursun onun en büyük düşmanıdır.
Eşit yurtaşlık, Türk ulusu düşmanlığıdır.
Eşit yurttaşlık, Türkiye’nin etnik ve dini olarak bölünmesi taraftarlığıdır.
Özgür Özel bir proje görevlisidir.
Özgür Özel, emperyalizmin, Sosyalist Enternasyonal’in, İlerici İttifak’ın bir borazanıdır.
CHP kitlesi ve halk, sırtlarında taşıdıkları çakma kahramanların ihanetlerini görüp sırtlarından atarak Kemalizme yöneldiklerinde ancak doğru yolu bulmuş olacaklardır. Aksi halde başka bir çıkış kapısı yoktur!