Günlerdir televizyonlarda şiddet haberlerini kaygıyla izliyoruz.
Şiddet haberlerine her ne kadar şerbetli olsak da bu son görüntüler, en katı insanın bile vicdanını kanatacak düzeyde olarak gözümüzün önünden akıp geçiyor. Yazımın başında, ‘Şiddet haberlerine şerbetliyiz.’ diyerek başlamamın nedeni, çok izlenen televizyon kanallarında verilen haberlerin tümüyle şiddet içerikli olmasınadır itirazım. Sonu; “kesti, biçti, öldürdü, tecavüz etti, yaktı, hiç acımadan kıydı,” gibi şiddet içerikli yüklemlerle biten şiddet haberlerini her akşam cam ekranda izliyoruz.
Bu tarz haberler, yıllardır hiç hız kesmeden devam edip gidiyor.
Televizyonlardaki; şiddet haberlerini, gündüz yayımlanan kadın programlarını her gördüğümde AB ve İsrail Büyükelçilerinin istekleri doğrultusunda TRT’den kovulan gazeteci, yazar Banu Avar’ın “Türkiye’deki her büyük televizyon kanalında 2-3 tane Amerikalı görevli var. Bu görevlilerin onaylamadığı hiçbir program yayımlanmaz. Televizyonların yayın akışına sadece onlar karar verirler.” demesini hatırlıyorum.
“Amerikalı uzmanlar, bize her gün izlettikleri şiddet haberleriyle, kendilerinin ve İsrail’in uyguladığı şiddeti, bilincimizde normalleştiriyorlar mı acaba?” sorusu beynimin kıvrımlarında dolaşıp duruyor.
Şiddet, Orta Doğu’da günlerdir kesintisiz olarak sürerken, Türkiye’nin haber kanalları da bu olayları canlı olarak veriyorlar. AKP medyası, olan biten bu çatışmaları bir din savaşı eksenine oturtuyor. Gelişen olayları da “İslamafobi” kavramıyla bağlantılı olarak Müslüman-Yahudi, Müslüman- Hırıstiyan çatışması olarak sunuyor. Bu yol izlenerek toplum, şeriatçı bir yönetime doğru kanalize ediliyor. İsrail karşıtı yapılan gösterilerde atılan “Hilafet gelsin!”sloganlarının sıkça atılması bu tezimizi doğrular niteliktedir.
Din, hiçbir toplumsal sorunu çözemez!
Çözemediği için de Orta Doğu’daki soruna yönelik olarak çözüm noktasında doğru bir önermede öne sürülemiyor.
Din ve mezhep temelindeki bölünmeler, var olan sorunları daha da arttırarak işin içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Emperyalist ve Siyonist çevreler, ısrarlı bir biçimde Orta Doğu halklarını etnik ve mezhep temelinde bölmelerinin altında bu gerçek yatar.
Irak, emperyalizmin ve siyonizmin bir eseri olarak çırılçıplak ortada duruyor.
Sünni, Şii ve Kürt eksenli bölünme; her ne kadar kısa vadede insanların ilkel aidiyet duygusunu tatmin etse de uzun erimli düşünüldüğünde kanlı ve hiç bitmeyecek olan kavgaların başlangıç nedenini oluşturuyor. İşte bu yüzden işgalci Amerikalılar, Irak Anayasasının yazılması sürecinde var olan toplumu Şii, Sünni ve Kürt olarak bölerek ileride çıkacak çatışmanın ortamını yarattılar. Uluslaşma aşamasına ulaşamayan ve aşiret örgütlenmesinin ötesine geçemeyen Irak ahalisi, ilkel çağların din ve mezhep kavgasını sürdürüp duruyorlar. Emperyalizmin ve Siyonizmin işbirlikçiliğini yapan Kürt milliyetçiliği, şeriatçı ve bazı sol çevrelerin Türkiye’yi ısrarlı bir biçimde din ve etnik aidiyet temelinde bölme gayretlerini bu temelde değerlendirmek gerekir. İşbirlikçi Kürt milliyetçiliğinin ve emperyalizmin uzantısı olan şeriatçı çevrelerin din ve mezhep temelli bölünme gayretlerini, savundukları dünya görüşleri açısından bir anlamda meşreplerine uygun görebiliriz. Ama toplumsal ütopya olarak bu tür anlayışların reddi olarak ortaya çıkan sol düşünce erbabının her gün Alevicilik ve Kürtçülük yapmasını bir yerlere sığdıramıyoruz. Kitlelere hitap ederken söze, “Kürtler, Türkler, Ermeniler, Lazlar, Arnavutlar, Aleviler, Ezidiler ve Türkiye’de ezilen, baskı gören halklar, inanç grupları!” diyerek söze başlayanlar, kendilerini solcu, sosyalist olarak tanımlasalar bile sonuçta emperyalizmin, Siyonizmin ajanı olmaktan kurtulamazlar. Etnik ve dini temelde bölünmenin insan haklarıyla, özgürlükle, demokrasiyle bir ilgisi yoktur.
Din hiçbir toplumsal sorunu çözemez demiştik. Bırakalım farklı inanç gruplarının herhangi bir toplumsal sorunu çözmesini, aynı inançta olanlar bile kendi aralarında anlaşamıyorlar.
Tarihte olanlara dönüp baktığımızda sürekli olarak aynı din içindeki mezheplerin dahi birbirlerini “dinden çıkmakla, şeytana uymakla” suçlayarak kan döktüklerini görüyoruz. Bu sakat anlayış bugün de geçerli olduğundan dolayı Türkiye’deki tarikat ve cemaatler, diğerlerini Müslüman olarak saymıyorlar.
Yahudilik, Orta Doğu’da doğan Hırıstiyanlığın ve Müslümanlığın da hareket noktasını oluşturur. Bu yüzden geçmişte olduğu söylenen olaylar ve yaşadıkları öne sürülen kişiler, İncil ve Kur’an’da da yer alırlar.
Tevrat’ta ‘şiddet’ olgusu nasıl ele alınıyor?
Tevrat’ın yaratıcı gücü Rab, yalnız İsrailoğulları’nı sever ve onları kollar. Bazen yoldan çıkan İsrailoğulları’na çeşitli cezalar verse de sonuçta kazanan hep İsrailoğulları olur. Çünkü, Rab, İsrailoğulları’nı diğer topluluklardan üstün kılmıştır. Bu görüşü, Tevrat şöyle açıklar:
Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti. RAB’bin sizi sevmesinin ve seçmesinin nedeni öbür halklardan daha kalabalık olduğunuzdan değil, Siz sayıca öbür halklardan azdınız…
Yasanın Tekrarı 7 Sayfa: 192- Kutsal Kitap
Yahudilerin tanrısı RAB, “sayıca öbür halklardan daha az” olan İsrailoğulları’nı diğerlerinden daha fazla seviyor. Bu sevgi, çağlar geçse de hiç değişmedi. Tevrat’ta Yahudilerin, diğer halklarla yapılacakları savaşlarla ilgili şöyle deniliyor:
Düşmanlarınızla savaşmaya gittiğinizde, atlar, savaş arabaları ve sizden daha kalabalık bir ordu görürseniz onlardan korkmayın, Sizi Mısır’dan çıkaran RAB, sizinledir. Savaş başlamadan önce kâhin gelip askerlere seslenecek. Onlara şöyle diyecek: ‘Ey İsrailliler dinleyin! Bugün düşmanlarınızla savaşmaya gidiyorsunuz. Cesaretinizi yitirmeyin, korkmayın. Onlardan yılmayın, ürkmeyin. Çünkü sizi zafere kavuşturmak üzere sizinle birlikte düşmanlarınıza karşı savaşmaya gelen Tanrınız RAB’dır…
İsraillilerin tarafını tutan RAB, savaşta yapılması gerekenleri de şöyle sıralıyor:
Bir kente saldırmadan önce, kent halkına barış önerin. Barış önerinizi benimser, kapılarını size açarlarsa, kentte yaşayanların tümü sizin için angaryasına çalışacak, size hizmet edecekler. Ama barış önerinizi geri çevirir, sizinle savaşmak isterlerse, kenti kuşatın. Tanrınız RAB kenti elinize teslim edince, orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin. Kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrınız RAB’bin size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz. Yakınınızdaki uluslara ait olmayan sizden çok uzak kentlerin tümüne böyle davranacaksınız.
Ancak Tanrınız RAB’bin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız RAB’bin size buyurduğu gibi, onları – Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını – tümüyle yok edeceksiniz…
Dünyayı ve üstündeki tüm canlıları yaratan Tanrı RAB, İsraillileri diğer uluslardan üstün kıldığını ilan ediyor ve İsraillilere RAB’bin dediklerini yapma koşuluyla her türlü yardımı yapacağına ve saydığı “Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus” halklarının topraklarını vaat ediyor. Hitit toprakları bugün Türkiye sınırları içinde yer alıyor. Kenan da bugünkü Filistin topraklarıdır.
RAB, İsraillilere bu topraklar üstünde yaşayan halkları yok etme ve topraklarını ele geçirme izni veriyor. Çünkü o, yalnızca İsraillilerin RAB’bidir.
Bugün süren Hamas- İsrail savaşında; İsrailli yetkililerin, “Gazze’yi işgal sürecinde kendimizi hiçbir savaş kuralıyla bağlamayacağız.” sözleri, Tevrat’ın “tümünü kılıçtan geçirin, sağ bırakmayın!” emrini çağrıştırmıyor mu?
İsrailoğulları, bugün Kenan ülkesinde RAB’bin emirlerini yerine getiriyor.
İsrail, Gazze’nin çevresini kuşatarak isteklerini karşı tarafa bildirdi. Hamas, istekleri kabul etmeyip elinde bulunan roketleri ateşleyince İsrail de bombalarla; erkekleri, kadınları, çocukları kılıçtan geçiriyor. Aynı zamanda vadedilmiş topraklar üzerinde yaşayan -nefes alan- tüm halkları sırayla yok etmek için RAB’dan izinli olarak katliamları gerçekleştirmeye çalışıyor.
İncil de, Kur’an-ı Kerim de İsraillilerin üstün ırk olduğunu söylüyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi sitesinde, “İsraillilerin diğer uluslardan üstün olduğunu beyan eden Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetinin Türkçe anlamını şöyle belirtiliyor:
Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi diğer topluluklara üstün kıldığımı hatırlayın.
Bakara Suresi- 47. Ayet
İsrailoğulları’nı diğerlerinden üstün gören RAB, diğer halklara kölelik ve ölümden başka bir şey vermiyor. Kur’an’ın da bunu onaylamasından rahatsız olan tefsirciler, akıl dışı gerekçelerle durumu kurtarmaya çalışıyorlar. Merak edenler, bu konuyla ilgili tefsirlere bakabilirler.
Tevrat’ın “Yeşu” bölümünde İsraillilerin Kenan topraklarını nasıl ele geçirdikleri, bu toprakları nasıl bölüştükleri ve nasıl katliamlar yaptıkları uzun uzun anlatılıyor. İsrailoğulları Kenan toprakları ele geçirirlerken yanlarında hep Tanrıları RAB vardı. Peygamber Yeşu’ya hangi yolları izleyeceklerini ve kentleri ele geçirdiklerinde nasıl katliam yapacaklarını RAB, söylüyor.
Bugün Batı dünyasında Tevrat’ın bu “ırkçı” tutumunu dile getiremezsiniz.
Dile getirdiğinizde sizi antisemitik ilan ederek tecrit ederler. Dediklerinizde ısrar ederseniz ceza alırsınız. Bütün yayın organları, Tevrat’ın ırkçılığını ifade etmeye kapalıdır.
İsrail’in, diğer halklara karşı gaddar tutumunda Tevrat’ın RAB’binin ırkçı tutumunun payı oldukça büyüktür.
Tevrat’ın tanrısı RAB, diğer halkları tahta kurusu,fare gibi haşere sınıfından sayıyor. İsrailli yetkililerin Filistinlileri “insansı yaratıklar” diye nitelemesinin altında da bu dini inanç yatıyor.
Diğer dinlerde de farklı olana karşı şiddeti öneren tavsiyeler çokça yer almaktadır. O yüzden din eksenli tartışmalar, insanlığı olumlu yerlere asla götürmez.
İsrail’in sivil halka yaptığı katliam asla kabul edilemez. Hiçbir gerekçe, katliamı meşru kılamaz.
İsrail’in katliamlarını gerekçe göstererek, “Türk Ordusu Gazze’ye!” diyerek bizleri de kanlı din savaşlarının içine sokmaya çalışan dincilerin kötü niyetlerini görüp bu zihniyete karşı tutum almak gerekir.
Hırıstiyan inancı içinde yer alan yüz milyonlarca Evanjelistin ve Yahudiliğin inanç sistemleri birbirlerine çok yakındır. İslam içinde doğup gelişen bazı mezhep ve cemaatlerin bu saydığımız inançlardan bir farkları yoktur. Her biri gücü ve onayı, yüce yaratandan aldıklarını iddia ediyor. Aldıkları bu ehliyet üzerinden kan dökmeyi de kendilerine hak görüyorlar. İnsanlık alemi, kendisini bu tür düşmanlık ve nefret duygusundan kurtardığı ölçüde doğru düşünmeye doğru bir adım atma fırsatını yakalamış olacaktır. Aksi halde yine aynı Orta Çağ’da olduğu gibi, kanlı din savaşları yolumuzu gözlüyor demektir.
Toplumu din ekseninde bölen gücün emperyalizm ve Siyonizm olduğunu belirtmiştik. Bu güçler, milyarlarca insanı sahte bölünmelere uğratarak ve halkları birbirlerine kırdırırken kendi projelerini de uygulama fırsatı yakalıyorlar. Bugünün dünyasında tüm bu kirli tezgahı hazırlayıp kanlı senaryoyu Orta Doğu’da uygulamaya sokan küresel çetedir. Küresel çete dünyayı yeniden şekillendirirken insanları vahşi bir din savaşı çizgisine çekmeye çalışıyor.
Bu oyunlara gelmeyelim.
Bizim kavgamız, herhangi bir dine inanmış ve onun telkinleri altında kalmış insanlarla olamaz.
Bizim asıl kavgamız, ulus devletleri yıkmaya çalışan, insanlığı kuracakları dünya hapishanesine sokarak köleleştirmeye çalışan küresel çete ve onun işbirlikçileriyledir.