Kıta Avrupa’sının en güçlü ülkeleri sıralamasında İngiltere, Almanya ve Fransa ilk üçte yer alır. Herkesin onaylayacağı bu sıralamada yer alan ülkeler, geçmiş yüzyıllarda uygulanan sömürgeciliğin en kanlı sorumlularıdır aynı zamanda. Fransa, bugünlerde sokak eylemleriyle dünya basınında yer alıyor. Geçen yıllarda; Sarı Yelekliler’in, bu yıl da çalışanların Emeklilik Yasası’na karşı eylemleri günlerce sürmüştü.
Bugünlerde de Fransız kent sokakları, yine toz duman içinde.
Havai fişeklerin ışıkları ile göz yaşartıcı bomba dumanlarının birbirine karışımları göze hoş gelse de ardından gelen yanan araba dumanları, dükkanların yağmalanma ve apartmanların içindeki insanlarla birlikte ateşe verilmesi görüntüleri insanları oldukça tedirgin ediyor.
Ne oluyor?
Bu öfke, bu şiddet neden?
Daha bıyıkları yeni terleyen maskeli, esmer gençler Fransa’yı neden ateşe veriyorlar?
Cezayir asıllı bir gencin polis tarafından öldürülmesi, yaşanan şiddeti tek başına açıklamaya yetmez.
Sorun çok daha boyutlu ve uluslararası özellikleri içinde barındırıyor.
Aslında Fransa ektiğini biçiyor.
Fransa tarihinin sömürgecilikle ilgili bölümü, kanla yazılmıştır.
Bu kan, sömürgelerdeki ezilen insanların, mazlumların kanıdır.
19. ve 20’nci yüzyılda Fransız sömürge imparatorluğu, İngiltere’nin ardından ikinci büyük imparatorluğu meydana getiriyordu. Kontrol ettikleri alan anavatanla birlikte 1900-1939 yılları arasında 13 milyon 500 bin kilometrekareye ulaşmıştı. Fransa, 1958 yılında Afrika’daki sömürgelerine sözde bağımsızlık vererek o ülkeleri ekonomik, kültürel ve siyasi yönden kontrol etmeye devam ediyor. Afrika’nın kuzey ve orta bölgelerindeki ülkelerde varlığını sürdürüyor. Cibuti, Cezayir, Tunus ve Fas’ta Fransızca halen önemini koruyor. Afrika kıtasında sömürgeciliği ilk olarak başlatıp onu sistemleştiren Fransa’dır. 1524’te başlayan ilk sömürgecilik faaliyetiyle 20’den fazla ülkede egemen hale geldi. Afrika’nın %35’ini 300 yıl boyunca yönetti. Köle ticareti ve tüm zenginlik kaynaklarının talan edilmesi sürecinde ayaklanmalar kanla bastırıldı ve bu çatışmalarda 2 milyon Afrikalı katledildi. Son olarak 1994 yılında Ruanda’da 800 bin kişinin katledilmesi soykırımının altında Fransa’nın imzası vardı. Cezayir halkının sömürgeciliğe karşı direnişinde Fransızlar 5 milyondan fazla insanı katletmişlerdi.
Bugün Fransa’da Fas’tan ve Cezayir’den gelen 6 milyon kişi yaşamaktadır. 4,9 milyon göçmen ve 2,5 milyon da siyahiyi eklediğimizde nüfusun önemli bir bölümünü azınlıkların oluşturduğunu söyleyebiliriz. Yaklaşık olarak nüfusun yüzde 10’nu oluşturan Müslümanlar, topluma entegrasyon sorunu yaşamaktadırlar. Müslümanlar, Afrikalılar ve göçmenler gelir itibarıyla toplumun alt kesimlerini oluşturuyorlar. Kimsenin yapmadığı işlerde çalışan bu kesimler, yeterli olarak eğitim ve iş olanaklarından da yararlanamayarak kentlerin dış kesimlerinde gettolarda varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Fransız halkının bu kesimlerle kaynaşma diye bir sorunları da yoktur. Eğitim, sağlık, iş, gelecek güvencesinden yoksun olan bu kesimler, yaşadıkları ayrımcı politikalar karşısında müthiş bir öfke biriktiriyorlar ve bir haksızlığa uğradıklarında da öfke ve nefret duygularını her şeyi yakarak, yıkarak yatıştırmaya çalışıyorlar.
Bugün kıta Avrupa’sında dışarıdan gelen göçlerle birçok ülkede aynı sorunlar birikti. Hollanda, Belçika, Almanya gibi ülkelerde göçmenler sorunu çok önemli sorun olarak baş köşeye oturdu. Avrupa kıtası ülkelerinin dünya ekonomisindeki payları azaldıkça ve yoğun olarak göçmen istilasına uğradıklarında sağ partiler oylarını arttırıyorlar. Fransa’nın bugün yaşadıklarını, yakın bir gelecekte Avrupa’nın diğer ülkeleri de yaşayacaklardır. Fransız sokaklarında önüne gelen her şeyi yakıp yıkan ve biriktirdikleri öfkeyi şiddet olarak kusan ve Fransız toplumundan farklı bir dünyada yaşayanlar gelecek günlerde çok daha fazla acılara gark olacaklardır. Yapılan son seçimde çeşitli manevralarla iktidardan uzak tutulmaya çalışılan Le Pen’in partisinin iktidarı tek başına aldığına tanık olacağız.
Gelecek günler kıta Avrupa’sına çatışma ve iç karışıklıklar getirecektir. Milliyetçi partilerin iktidara gelmeleri ve sert uygulamaları çeşitli gerginliklere yol açacaktır. Bundan daha önemli olarak da Avrupa kıtasına yönelecek milyonlarca mülteciyi ve göçmeni durdurmak o kadar da kolay olamayacaktır. Bugün Afrika kıtası üstünde Fransa’nın, Çin’in ve ABD’nin rekabeti keskinleşmektedir. Çok uzun zamandan beri Fransa’ya terk edilen Afrika’nın kuzeyi ve orta bölgelerine Çin giriyor. Çin, yatırımlarıyla Fransa’yı bu ülkelerden söküp atmaya başladı. Aynı zamanda ABD ve İngiltere, Türkiye’yi kullanarak Afrika’da Çin’i durdurmaya çalışırken Fransa’yı da geriletmeye çalışıyor. Türkiye’nin Müslüman olma kartı, ABD’ye önemli bir avantaj sağlamaktadır. Türkiye’nin Afrika’da sürdürdüğü siyasi, ekonomik, kültürel faaliyetlerini bu temelde değerlendirmek gerekmektedir. Uluslararası bir organizasyon olan SADAT’ın haritası ve hedefleri, bizim üne sürdüğümüz savları destekler içeriktedir. Bugün Türkiye’de yaşayan 2 milyon Afrikalı bu amaç doğrultusunda getirildi. Türkiye üniversitelerinde okuyan binlerce Afrikalı, yarın kendi ülkelerinde devlet yöneticisi olarak görev yapacaktır. Afrika kıtasında emperyalist ülkeler arasındaki rekabette kaybeden taraf olarak Fransa olacak gibidir. Yüzlerce yıl Afrikalının kanını emmiş olan Fransa’nın çok kötü bir geçmişi vardır. Afrikalılar Fransız sömürgeciliğinden nefret etmektedirler. Afrika’da ekonomik, siyasi üstünlüğünü kaybetmiş bir Fransa, kendi ülkesindeki istikrarı da kaybedecektir. Bu geri çekilme ve ekonomik kaybın faturasını bugün Fransa sokaklarını ateşe verenler canlarıyla ödeyeceklerdir.
Fransa sokaklarındaki yüzleri maskeli ve öfkeli gençler, Fransız emperyalizminin ve sömürgeciliğinin gayrı meşru çocuklarıdır. Fransız toplumu bu gerçekle nasıl hesaplaşacağını önümüzdeki günler içinde göreceğiz.
Türkiye Bu Olayların Neresinde?
Fransa’daki olaylar patlak vermesinden bu yana her gece, AKP medyasında görüntüler eşliğinde “N’olacak bu Fransanın hali?” gündemi tartışılıyor. Uzun zamandır Erdoğan ile Fransa Cumhurbaşkanları arasında sürüp giden polemikleri hatırlıyoruz. Bazen hakarete varacak ölçüde sertleşen bu polemiklerin sebebi yukarıda belirttiğim gibi ABD ve İngiltere adına taşeronluk yapma siyasetidir. Fransa ile rekabet Libya’dan Kafkasya’ya kadar uzanmaktadır. Bu nedenle AKP’li konuşmacılar, emperyalizm ve sömürgecilik üstüne bir sosyalistin söyleyeceği lafları ediyorlar. Sadece Fransa’yı hedef alan sömürgecilik lafları, inandırıcı olmaktan çok uzaktır. Ayrıca AKP medyasının Fransa’da olanları “Müslümanlara uygulanan baskı ve ayrımcılık” olarak ifade ederek kendi şeriatçı projesine haklılık kazandırma çabası içinde oldukları görülmektedir. “Hakları gasp edilen ve zulme uğrayan Müslümanların haklı direnişi” diye özetlenen fikir televizyonlardan halka pompalanıyor. Böyle dinsel bir çatışmaya indirgenmiş bir yaklaşım bilinçleri de köreltiyor.
Sağ ve sol çevre yazarlarının üstünde birleştikleri bir konu da Fransızların ırkçı politikaları benimseyip ülke içinde beyaz olmayan Fransızlara ırkçı davranışlar içine girdikleridir.
Bu konuda haklıdırlar.
Dünyada ilk kez ırkçılığı teori boyutuna ulaştıran da Fransızlar olmuşlardır. 19. yüzyılda Artur de Gobineau, “İnsan Irklarının Eşitsizliği Üzerine Deneme” adlı eseriyle uygulanan sömürgeciliğin gerekçelerini üretmiştir. Sonradan Nazizm, bu tezleri alarak daha da geliştirmiştir. Alman S. Chamberlain ve A. Rosenberg, Gobinau’nun açtığı yoldan yürüyerek Nazizmin teorik yapısını inşa etmişlerdir. Fransızları, Almanları ırkçılık konusunda eleştirdiğimizde diğer emperyalist ülkeleri görmemezlikten geldiğimiz gibi bir fikir sakın akla gelmesin. Örneğin “Üzerinde güneş batmayan ülke” olan İngiltere’nin tüm dünyada özelde Hindistan ve Çin’de yaptıkları insanlık dışıdır. ABD’nin yaptıkları üstte adları sayılan tüm emperyalist ülkeleri aratır içeriktedir.
Aslında tüm Batı dünyasının genlerinde ırkçılık vardır. Bugün de aynı ırkçı politikalar daha inceltilmiş bir biçimde uygulanmaktadır.
Bugün medyada, Fransa’daki olaylara benzer olayların Türkiye’de de yaşanıp yaşanmayacağı tartışılıyor. AKP sözcüsü Ömer Çelik, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Türkiye’nin insani değerlere dayanan göç politikasıyla, Fransa’nın uyguladığı ırkçı ve sömürgeci politikaların kıyaslanamayacağını” öne sürdü ve sosyal medyada Fransa ile Türkiye arasında bağ kuranlar hakkında soruşturma başlatıldığı açıklandı.
AKP, Türkiye’yi istila edenlere karşı bir halk hareketinden ödü kopuyor.
Bunu dile getirenlere “ırkçı, faşist” diyerek saldırıyor.
Aynı Ömer Çelik, istilacılar Türkiye’ye yeni yeni gelmeye başladığı zamanlarda, “Türkiye; Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin ortak ülkesidir.” diyerek ileride kuracakları konfederasyonun bileşenlerini açıklamıştı. İlginç olan şey, Türk ulusu bir laf oyunuyla Türklerin bir koluna -Türkmenliğe- indirilmişti.
ABD, İngiltere ve İsrail projesi doğrultusunda Türkiye’ye 12 milyon Arap, Afgan, Afrikalı, Pakistanlı dolduruldu. Özellikle Suriye’deki Araplar, PKK devleti kurulabilmesi için Türkiye’ye süpürüldü. Bu konunun uzmanı olan kişiler daha en az 20- 30 milyon kişinin Türkiye kapılarına dayanacağını söylüyorlar. Devlet yetkililerinin de üstüne basarak söyledikleri bir şey daha var; o da “Açık kapı politikası”nın devam edeceğidir.
ABD, İngiliz ve Siyonizm marifetiyle Türklerin elinden yurtları alınarak aynı Filistinliler gibi yurtsuzluğa mahkum ediliyor.
Türkiye’nin en önemli sorunu istilacılar sorunudur.
Bu sorun her türlü sorunun önüne geçmiştir.
Yurdu olmayan bir ulusun geleceği de yoktur.
Şu anda Türkiye’nin her tarafına dağıtılan istilacılar, kendi içlerinde örgütlenip, çeteleşiyorlar.
Devlet bu kesimin suç işleme oranlarını gizlediği gibi medyada olumsuz haberlere sansür uygulanıyor. Şubat ayında meydana gelen depremde bir kare bile olsa Suriyeli haberi verilmedi. Oysa Kilis, Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa gibi illerde milyonlarca Suriyeli yaşıyor. Deprem haberlerinde neden hiç biz Arapları görmedik?
İçimizdeki Suriyeliler vergi vermeden bir kayıt yapmadan dükkan açıyorlar.
Hastanelerde ilk muayene hakkı onların ve katkı payı ödemeden ilaçlarını alıp ücretsiz tedavi oluyorlar.
Üniversitelere sınavsız giriyorlar.
Okula giden çocukları okulda ücretsiz yemek yiyor ve ders araçları ücretsiz karşılanıyor,
Ücretsiz seyahat kartları var.
Her biri maaşa bağlanmış.
Daha geçen gün bir milyon Suriyeliye, alışveriş yapmaları için BİM kartını Kızılay verdi.
Türk vatandaşlarına tanınmayan ayrıcalıklar bu kesimlere veriliyor ve Türk vatandaşları bütün bu olanlar karşısında kendisini kendi vatanında sahipsiz hissediyor.
Fransa ile Türkiye bu konuda hiç kıyaslanamaz.
Fransa’da isyan edenler, insan yerine konulmadıkları ve her türlü maddi manevi haklardan yoksun oldukları için ayaklanıyorlar.
Türkiye’deki Türkler ise Fransa’nın kara kafalılarıdır.
Türkiye’deki Türklere tarihin en büyük kazığı atılıyor.
Süreç, bu senaryoyu yazanların istediği doğrultuda gelişirse Türkler, gözlerini açtıklarında kendilerini Yunanistan’a doğru giden bir kauçuk botun üstünde olduklarını gereceklerdir.
Yunanlar kendi karasularına giren botlara ne yapıyorsa bize de aynı davranışı yapacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın.
“Fransa’da başlayan olaylar, Türkiye’ye de sıçrar mı? Sıçramaz mı?” sorusunun yanıtını, Ömer Çelik’in konuşmalarını da düşünerek siz verin.