Bugün 2 Temmuz…
Diğer günlerden farklı bir gün.
Bundan 30 yıl önce 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta 33 aydın, sanatçı, yazar katledildi.
Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’ne sığınmış kişiler gerici bir güruh tarafından otelin ateşe verilmesi sonucu yanarak, dumandan boğularak can verdiler.
Bu gerici eylem tam bir Gladyo operasyonuydu.
Sosyalist sistemin çöktüğü ve ABD’nin tek başına egemenliğinin tescil edildiği o tarihlerde, Türkiye’nin bir bütün olarak varlığını sürdürmesinin de sonuna gelinmişti. Türkiye’nin etnik ve mezhep temelinde bölünmesi için var olan ayrılıklar kaşınmaya başlandı. Aziz Nesin’in konuşmaları ve Şeytan Ayetleri bahane eden dincilerin saldırıları sonucu, toplumsal yaraya dönüşen bir katliam yaşandı.
Organize edilmiş ve psikolojik olarak hazırlanmış güruhun saldırısı devlet güvenlik güçlerince bilerek engellenmedi.
Saatler boyu devlete ait güçler ortalıktan çekilmiş, meydan provokatörlere kalmıştı.
İşlenen cinayetten sonra ortaya çıkan yetkililer tam da onlardan beklenen konuşmaları yaptılar.
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş…” dedi.
Dönemin Başbakanı aynı zamanda Amerikan vatandaşı olan Tansu Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.” dedi.
Dönemin Başbakan Yardımdımcısı, İsrail dostu ve Atatürk’e mesafeli, 10 Aralıkçı Erdal İnönü, “Ne yapayım yetkim yoktu.” dedi.
Olayların ardından tutuklamalar ve yargılama geldi. Zamana yayılan bu yargılamalar sonucu gerçeklerin üstü örtüldü, sanıklar korundu ve birer birer serbest bırakıldılar. Katliamda görev almış kişiler hak ettikleri cezayı almadıkları gibi bunları azmettiren güçler bir türlü açığa çıkarılamadı ve olay küllendirildi.
2 Temmuz Sivas Katliamı’ndan 3 gün sonra 5 Temmuz 1993 tarihinde Erzincan’ın Başbağlar köyüne gelen 100 kişilik PKK silahlı grubu, akşam ezanının bitimiyle birlikte dört bir koldan köye girerek çıkış yollarını tuttuktan sonra telefon hatlarını kesti. Namaza durmuş insanları köy meydanına topladıktan sonra evlerdeki insanları iki ayrı toplanma noktasına götürdüler. Topladıkları insanlara örgüt propagandası yaptıktan ve evlerden ziynet eşyalarını topladıktan sonra evleri ateşe verdiler. Köyün okulunu, öğretmen lojmanını, camiyi ve dört aracı da yaktılar.
Köy halkından tam 33 insan (aynı Sivas’takiler kadar) PKK militanları tarafından katledildi.
Başbağlar Katliamı, 5 Temmuz tarihinde saat 20:00’de gerçekleşmişti. Olay jandarmaya çevre köylerden haber verilmesine rağmen güvenlik güçleri, köye ancak 6 Temmuz tarihinde saat 10:10’da gelebildiler.
Köye gelen Köy Hizmetleri ekipleri devam eden yangınla ilgilenmedi.
Hiçbir cenazeye otopsi yapılmadı.
Katliama uğramış insan cesetleri, kamyonlara üst üste yığılarak nakledildiler.
Yanan evlerin enkazları dozerlerle dümdüz edildi.
Köye olaydan dört gün sonra Kızılay çadır getirebildi.
Soruşturma kapsamında yardım ve yataklık yapan ve evleri ateşe veren 10 PKK’lı yakalandı.
Tunceli Ovacık’tan ve çevre köylerden gözaltına alınan 16 kişi, götürüldükleri Erzincan DGM tarafından serbest bırakıldı.
Katliamda görev almış sanıkların itiraflarına rağmen kimseye ceza verilmeden 1998 yılında dava dosyası kapatıldı.
Başbağlar’da 30 yıldır kapanmayan bir yara kanıyor.
Bugün, gazetelerin haber sayfalarına bakıyorum. Köşe yazarları Madımak Katliamı’nı konu edinmişler Türkiye’de yükselen gericiliğe verip veriştiriyorlar. Alevilik üstüne ahkam kesiyorlar.
Konu Alevilik olunca HDP hiç sessiz kalır mı?
HDP Merkez Yürütme Kurulu, MadımakKatliamı ile ilgili bir açıklama yayımlamış. Her zaman olduğu gibi aynı teraneleri öne sürüp duruyor.. “…Devlet ve iktidar; Koçgiri, Dersim, Maraş ve Çorum katliamlarında olduğu gibi Madımak Katliamıyla da etkili bir yüzleşme yaşamamıştır. Toplumsal barış ve huzur için etkili bir yüzleşme şarttır.” diyerek yüzleşme çağrısında bulunuyorlar.
İnsan bu cümleleri kurarken biraz olsa utanır, sıkılır.
Başkalarından ahlaki davranış, yüzleşme bekleyen siz HDP’liler; kendi siyasal çizginizin işlediği cinayetlerle, yaptığı katliamlarla hiç yüzleştiniz mi?
PKK’nın kanlı ellerini hiç sorguladınız mı?
Sorulan bu soruların yanıtları, doğal olarak “Hayır!” olacaktır.
PKK, uluslararası karşı devrimci bir örgüttür.
Emperyalizmin ve siyonizmin taşeron örgütüdür.
2 Temmuzdaki Madımak Katliamı ile 5 Temmuzdaki Başbağlar Katliamı aynı zincirin halkalarıdır. İki katliamdaki öldürülen insan sayısı-33- bile eşittir. NATO’ya bağlı Gladyo’nun eyleminde dinci gericilikle PKK, görevli olarak kullanılmışlardır. Bu yüzden her iki eyleme katılan görevliler, görünmez eller(!) tarafından kollanmışlardır. Her iki soruşturma da zaman aşımına uğratılarak katiller korunmuşlardır.
Başbağlar’daki köylülerin katili PKK’dır.
Madımak’ta öldürülen aydınların, sanatçıların, yazarların ölümünden dolaylı olarak PKK da sorumludur. Çünkü iki aşamalı planlanan katliam sürecinin tetikçisi PKK’dır. Alevi-Sünni çatışması çıkararak toplumsal kargaşayı hedefleyen bir senaryonun eli kanlı görevlisidir.
Sivas’ta yakılan canların sorumluları olarak dinci gericiliği gören Aleviler, üç gün sonra gerçekleştirilen Başbağlar’la bir türlü bağlantı kuramıyorlar. Gözleri kör edilen ve Alman emperyalizminin etki alanına girmiş Aleviler, kendi katilleriyle birlikte suçlu arıyorlar.
Aleviler gibi ahmaklaştırılmış diğer bir kesim de solculardır.
Madımak üstüne ağıtlar yakan, filmler çeken, besteler yapan, kitaplar yazan solcular, söz Başbağlar’a geldiğinde üç maymunu oynayarak susuyorlar. İdeolojik olarak Batı’dan beslenen solculuk, Batının taşeron örgütüne karşı ağzını açıp tek söz edemiyor ve onun etki alanından çıkamıyor. Pratikte PKK’nın soytarısı olmuş solculuğun Türkiye’de de bir karşılığı yoktur. Yapılan son seçimlerde sosyalist(!) solun aldığı hezimeti böyle okumak gerekir.
Madımak Katliamı’nın hesabını soracak bir misyonu kendisine biçenler, yola çıkmadan önce birlikte yürüdükleri yoldaşlarının ellerindeki kanları görmeliler. Yoksa yolun bir yerinde Madımak ve Başbağlar’daki insanların başına gelen şey, onların da başına gelebilir.