Merdan Yanardağ, Türkiye solunda var olan Türk düşmanlığı sorunu ile ilgili Birgün gazetesinde “Solda Türk kompleksi!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Cesaretli davranarak üzerinden atlanan, görmezden gelinen bu sorunu irdelediği için övgüyü hak ediyor. Yanardağ, daha yazısının başında sorunun çok önemli olduğunun altını çizerek, “Türkiye sosyalistleri, neredeyse Türk olmaktan utanıyor, bu kimliğini adeta gizlemeye çalışıyor. Bu durum, sosyalist hareket için ciddi bir meşruiyet sorunu, hatta krizi yarattığı gibi, ayaklarını bu topraklara ve kültüre basmalarının önünde de ciddi bir engel oluşturuyor. Bu daralmaya ve fiilen marjinalleşerek tasfiye olmasına yol açıyor.” diyerek önemli bir tespitte bulunuyor.
Bizler, Merdan Yanardağ’ın dile getirdiği bu konunun üstüne çok gittik ve solun Türk düşmanı tutumunu şiddetle eleştirdik. Hatta Horozlu Ayna’da yayımlanan ilk yazının konusu, yazar Cezmi Ersöz’ün köpekleri bahane ederek yaptığı Türk düşmanlığı idi. Türkiye solundaki bu hastalıklı bakış açısını bizler Türk düşmanlığı olarak tanımlıyoruz. Merdan Yanardağ ise var olan olguyu yumuşatarak “Türk kompleksi” olarak tanımlıyor. Yazarımızın sorunu dile getirmesi doğru olmakla birlikte sorunu ele alışı ve tespitleri birçok yanlışı içinde barındırıyor. Konuyu ele alışı ve nedenleri üstüne iki paragraflık bir bölümü sizlerin bilgisine sunuyorum:
Türkiye solunda, Kürt olmak, Ermeni olmak, Rum olmak anlaşılır nedenlerle prestijli bir konumken, Türk olmak sanki ayıp sayılıyor. Bayrakla, ulusal marşla anlamsız bir kavga devam ediyor. Bu durum ya da gelişmenin (özellikle marş, bayrak vb tepkisinin) esas olarak 1980 sonrasında, 12 Eylül zulmünün ve zindanlarının da büyük etkisiyle ortaya çıktığını saptamak gerekiyor.
Ancak, solda Türk kompleksinin özellikle 1990 sonrasında,Kürt hareketinin, yükselen İslamcılığın ve sol liberalizmin etkisiyle daha belirgin bir hal aldığı da açık. Oysa, Türkiye solunun tarihteki en büyük yükseliş ve kitleselleşme dönemi olan 1960’lı yıllardan 1970’lerin sonlarına kadar, sosyalist hareketin böyle bir sorunu yoktu.
Merdan Yanardağ, Türkiye solunda Kürt, Ermeni, Rum olmanın hangi “anlaşılır nedenlerden” dolayı prestijli bir konum sağladığını belirtmemekle birlikte bu mahallenin çocuğu olarak konuşulanlardan biraz haberimiz var. “Türkler; Dersim’de Kürtleri, 1915’ de Ermenileri, 1919’da Rumları katlederek cani olduklarını kanıtladılar.” anlayışı bizim solumuzda egemendir. Yazarımız bu tarihsel olayların adını vermeden ima yolunu seçmiş ve “Türk kompleksini” yaratan etmenler olarak “Kürt hareketi, İslamcılık ve sol liberalizm” olarak belirtmiş. Merdan Yanardağ’ın Türkiye solundaki Türk düşmanlığı ile ilgili tespitleri ve yakın tarihe bakışı önemli yanlışları içinde barındırıyor.. Bu ürkek ve gerçeklerden uzak olan görüşleriyle bu soruna çözüm üretmesi olanaksızdır.
Sol görüş içindeki Türk düşmanlığı, sağcılar arasında da oldukça yaygın olup bunun tarihsel bir geçmişi vardır.
Daha eskilere gitmeden Cumhuriyet öncesi Osmanlı toplum düzeninde, Saray çevresinde toplanmış Osmanlı hanedanı, kendilerini Türk olarak tanımlamadıkları gibi bu sıfatı hakaret olarak kullanıyorlardı. Devşirmelerden oluşan saray çevresi, Müslüman olarak kendilerini Doğu Roma’nın devamı ve temsilcileri olarak görüyorlardı.
Türkler, Osmanlı döneminde ezilip, horlandılar, hakarete uğradılar. Altından kalkılamaz vergileri ödeyemediklerinde de zulme uğradılar. Zulme karşı duranların kelleleri kuyulara dolduruldu. Yüz binlercesi katledildi. Sırp, Arnavut, Rum, Ermeni gibi kesimlerden oluşan devşirme Osmanlı yönetimi, Türkleri yapılan savaşlarda her zaman mayın eşeği gibi en öne sürdü. Osmanlı’da dönem dönem Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler ticarette ve devlet yönetiminde egemen oldular. Zenginleşen bu kesimler kendi okullarını açarak bilinçlendiler. Osmanlı’ya matbaa 1728 yılında gelebilmişti. Oysa daha 1500’lerde Yahudiler kendi matbaalarını kurarak kitap basmışlardı. Osmanlı yönetiminden edindikleri imtiyazlarla da Akdeniz’de ticareti ele geçirmişlerdi. Osmanlı’nın son iki yüz yılında, bu kesimler arasında devlete egemen olma noktasında kıyasıya bir rekabet içine girdiklerine tanık oluyoruz. Önce Rumlar, sonra Ermeniler daha sonra da Yahudiler devlete egemen oldular. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde Avrupa’lı tüccarların mallarını ülke içinde pazarlayan bu kesimler daha sonraları ilişkilerini geliştirerek komprador burjuvalara dönüştüler. Bürokratlarla el ele verip devleti soydular. Batıdan getirdikleri ticari malları kapitülasyon ayrıcalıklarıyla pazarlayarak daha henüz gelişme aşamasındaki yerli sanayi çökerttiler.
Osmanlı’nın burjuvazisi gayri milli bir burjuva olduğu gibi Rumlardan, Ermenilerden ve Yahudilerden oluşuyordu.
Osmanlı’nın çöküş sürecinde Ermeniler, Batının ve Çarlığın kışkırtmaları sonucu ayaklandılar. Çatışmalar ve ardından gelen zorunlu göçle devre dışı kaldılar. Rumların da, işgal dönemlerinde Yunanlarla işbirliği içine girmeleri ve mübadele ile Yunanistan’a gitmeleri sonucunda Yahudilere gün doğdu.
Kurtuluş Savaşı sonunda Cumhuriyet kuruldu.
Yeni Türkiye’nin egemen burjuvazisini Yahudiler oluşturuyordu. Yahudiler esas olarak Kurtuluş Savaşı’nı desteklediler.
Cumhuriyet’i kuran düşünce Türk milliyetçiliği idi.
Türkler, yüzyıllar süren baskı ve zulümden sonra ilk kez devlet olarak örgütlendiler ve Türk aydınlanmasını, yapılan devrimlerle geliştirdiler. Kemalist devrimin düşünürlerinden olan Mahmut Esat Bozkurt, “Atatürk İhtilali” adlı kitabında, “Bir ihtilal hangi millet hesabına yapılırsa, mutlaka onun öz evlatlarının eliyle yapılmalı ve onun elinde kalmalıdır. Mesela Türk İhtilali öz Türklerin elinde kalmalıdır… Devlet işlerinin başına devletin kurucusu olan kavimden başkaları geçince o devlet inkıraz (batma, çökme, son bulma, yok olma) bulur. Yani millet istiklalini kaybeder. Misal mi istersiniz? İşte Abbasiler, İşte Endülüs, İşte Osmanlılar… Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet işlerinin başında mutlaka Türkler bulunacaktır.” diyordu. Bu amaçla ekonominin de başına Türklerin geçmesi için çalışmalar yürütülüyordu. Osmanlı’da ve yeni devlette ekonomiye egemen olan Yahudi iş adamları bu durumdan çok rahatsız oldular. Batı kapitalizmi, dünyanın önemli bir merkezinde Türklerin ulus devlet kurup bağımsız bir politika izlemelerini asla kabullenemedi. Peş peşe çıkarılan Kürt ayaklanmalarıyla rejim yıkılmaya çalışıldı. 2. Dünya Savaşı öncesinde Mustafa Kemal, uluslararası bir komplo ile öldürüldü. 1938’den sonra devlet organlarından Mustafa Kemal ve M. Esat Bozkurt gibi düşünenler tasfiye edildi.
Türklerin elinden devletleri alındı.
Türkiye Cumhuriyeti, yeniden Osmanlı’ya egemen olan azınlıkların eline geçti ve ülke tümüyle Batının kontrolüne girdi.
M. Esat Bozkurt haklı çıktı.
1938’den sonraki tarihimiz, Türkiye’nin sömürgeleşme ve yağmalanma tarihidir.
Devlete, ekonomiye, bürokrasiye egemen olan bu güçler, kültüre de egemen oldular. Kendi aralarına hiçbir Türk’ü sokmayarak ırkçı bir düzen kurdular. Bürokraside, devlet erkinde, partilerde, karar mekanizmalarında Türk asıllı birilerini görmek neredeyse olanaksızdır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Yahudi, Ermeni ve Rum iş adamları, etnik kökenini belli eden adlarını Türk, Müslüman adları alarak değiştirdiler ve toplum içinde görünmez oldular. En zengin 100 iş adamı listesinde sadece iki Türk’ün adı yer alması dediklerimi doğruluyor.
Bu ülkede Türk’ün adı var, kendisi yoktur.
Uluslaşma süreci daha başlamadan bitirilen Türklerde, ulus olma bilinci gelişemediğinden dolayı kendilerini daha çok Müslüman olarak tanımlıyorlar ve genellikle de sağ partileri destekliyorlar.
Bugün Türkiye’de solculuk da, sağcılık da, milliyetçilik de, Müslümanlık da, sosyalistlik de azınlıkların kontrolündedir. Hatta şeriatçı örgütleri de bu azınlıklar yönetiyor.
Türkiye’nin ifade edilmeyen, edilemeyen gerçeği budur.
Bu gerçek üzerinden Türkiye’de politika yapılıyor.
Her türlü partiye, siyasete egemen olan bu oligarşik yapı, tarihten gelen düşmanlıkla Türk’e yan bakıyor.
Her Ermeni, Kürt, Rum ve Yahudi Türk’e düşman olmak için tarihsel bir neden bulmakta zorlanmıyor.
Türkiye’de var olan ve hayatın her alanında karşımıza çıkan Türk düşmanlığının nedeni de budur.
Sol örgütlere egemen olan Ermeniler, Kürtler ve Rumlar, işte bu yüzden Merdan Yanardağ’ın deyimiyle “utanıyorlar.”
Bu yüzden sol örgütlerde “Kürt olmak, Ermeni olmak, Rum olmak prestijli bir konum” yaratıyor..
Merdan Yanardağ’ın görmek istemediği gerçek de budur. Yanardağ, bu gerçeği itiraf etme yoluna girmeden çalıyı dolanmayı tercih ediyor.
Yanardağ, aklından geçirse de bu gerçeği kamuoyuna ifade edemez. Edemez çünkü, etmeye kalkıştığı anda o demokrasi havarisi kesilen, fikri ifade etme özgürlüğü gibi büyük laflar eden bu azınlık güruh, anında Yanardağ’ı siyasi olarak bitirir. Tüm sol parti yönetimleri, yazarımızı tecrit ederek ırkçı ilan ederler. Patronlar, televizyonuna bir tane bile reklam vermezler. Birgün gazetesindeki köşe yazarlığı da son bulur.
Türkiye’de yapılan en büyük ırkçılık, azınlıkların Türkler’e karşı yaptığı ırkçılıktır. “Türk ırkçılığı” yaygarası ile Türkler terörize edilerek sindiriliyor. İnsanlar, ırkçı olarak nitelenirim kaygısıyla kimliğini bile söyleyemiyor. Medyada, magazin haberlerinde, sosyolojik yazılarda “Beyaz Türk” diye bir niteleme sürekli olarak karşımıza çıkıyor. Beyaz Türkler, bu toplumun, en kalbur üstü kesimini oluşturuyorlar.
Türkiye’de Beyaz Türk diye anılan bir Türk kesimi yoktur.
Beyaz Türk diye ifade edilenler azınlıklardır ve daha özelde Yahudileri tanımlar.
Türkler, bu ülkenin kara derili zencileridir.
Türk burjuvazisi gibi bir sınıf da yoktur.
Türkiye’de solculuk, milliyetçilik, sosyalistlik, Atatürkçülük azınlıkların kontrolünde olduğundan dolayı onların çıkarlarına göre şekillenmiştir. O yüzden Türkiye’de solculuğun, sosyalistliğin, milliyetçiliğin, Atatürkçülüğün adı var kendi yoktur. Bütün partilerdeki yozlaşmanın ve çürümenin nedeni de budur. Küresel kapitalizmle bütünleşen bu azınlık grup, bu siyasal akımları sürece tabi kılarak yozlaştırdı. İçi boşaltılmış, mış gibi davranan partilerin faaliyetlerine izin veriliyor.
Türk milliyetçiliğinin en rezil halini MHP’de görüyoruz.
MHP, Türkler’i Türklükten nefret ettirme görevini başarıyla yerine getiriyor.
CHP’de Atatürk yok, sadece fotoğrafları var.
CHP üst yönetiminin söyleminde “Türk ulusu” diye bir kavram yoktur. Onlara silah zoruyla bile olsa, Türkleri olumlayan cümleler söyletemezsiniz.
Sosyalist partilerin yaptıkları ise, küresel ideolojiyi Türkiye’ye taşımak ve etnik milliyetçiliktir.
Konumuzla ilgili kısaca bir çerçeve çizdikten sonra Yanardağ’ın makalesine dönelim.
Merdan Bey, “Solda Türk kompleksi özellikle 1990 yılından sonra, Kürt hareketinin, yükselen İslamcılığın ve sol liberalizmin etkisiyle” ortaya çıktığını öne sürerek yukarıda anlattığım olguları görmezden gelerek gerçeği perdeliyor.
Gezi eylemlerinde Türk bayrağı ve Atatürk posterlerinin taşınmasını olumlu bulan yazarımız, “Ancak Türklük (dolayısıyla bayrak vs) kompleksi nedeniyle egemen güçlerden alınan bayrak aynı hızla geri verildi. Oysa, Gezi eylemini Haziran Direnişi’ne çevirenler, ellerinde Türk bayraklarıyla sokaklara fırlayan yüz binlerce insandı. Onlar, anlamlı ama küçük bir çevreci eylem olarak kalacak etkinliği, Cumhuriyet tarihinin en büyük direniş ve isyanlarından biri haline çevirmişti.” diyor.
Gezi eylemleri kitleselleşmeye ve eyleme katılanların ellerinde Türk bayrakları taşınmaya başladığı günlerde, Evrensel gazetesinde köşe yazarlığı yapan İhsan Çaralan, alana inen insanların şovenist simge ve sembollerden uzak tutulması gerektiği ve bu amaçla Türk bayrağının taşınmasının engellenmesi gerektiği yolunda yazılar döktürüyordu. Kitleler ise bizim çok bilmiş komünistimizi (!) hiç dinlemediler. Milyonlarca insan alanları gelincik tarlasına çevirdi. Türkiye’nin her tarafında eylemler oldu ama Güneydoğu’da yaprak kımıldamadı.
Kürtler eylemlere katılmadı.
BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Gezi’de eylemlerden hükümeti devirecek bir halk hareketi çıkarmaya çalışıldığını gördük ve mesafe koyduk.” diyordu.
O dönemde Kürt milliyetçiliği AKP’yi destekliyordu. HDP’de devrimcilik, demokratlık, ilericilik bulan kandırılmış aydınlarımızın bilgilerine sunulur. Ama yine de Kürt milliyetçiliğine haksızlık etmeyelim.
Kürtler Gezi eylemlerine katıldılar.
Eylemlerin kitleselliğini ve sürekliliğini bir türlü engelleyemeyen AKP, ittifak halindeki Kürt milliyetçiliğini bozguncu olarak devreye soktu. 200- 300 kişilik bir azınlık grup Apo posterleriyle Gezi parkına yerleşti. Eylemde Apo posterleri ve PKK sembolleri taşınmaya başlandı. Kitleler bu durumu görünce eylem alanlarından uzaklaşmaya başladılar. Finali de SDP adlı PKK destekçisi bir parti yaptı. Maskeli provokatörlerin ellerindeki bayraklarla, molotoflarla tomolara karşı verdikleri kahramanca (!) mücadele televizyonlardan naklen verildi.
Cumhuriyet tarihinin en kitlesel eylemi, Kürt milliyetçiliğinin ve onun kuyrukçusu provokatör solcuların (!) sabotajı ile bitirildi.
Merdan Yanardağ, 18 Dakika adlı programda HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın Cumhuriyet’i hedef alan sözleri karşısında şaşırarak Buldan’a ve “Kürt siyasal hareketine” sitem ediyor. Onları, Cumhuriyet’in getirdiği değerleri anlamamakla, burjuva demokratik devrimin erdemlerini kavramamakla itham ediyor.
Şeriatçı dinci gericilik ile Kürt milliyetçiliği Cumhuriyetin düşmanıdır.
Kürt hareketi, tarihinin hiçbir döneminde ilerici bir rol üstlenmemiştir ve Kürt siyasal tarihi emperyalizmle işbirliği tarihidir. Bu gerçeği bizim solcularımız bir türlü kabullenmek istemiyor. Sosyalist mücadelenin programı açısından ayrıntı bir konu, getirilip mücadelenin merkezine oturtuldu. “Sosyalist mücadelenin merkezinde Kürt sorunu var. Bu sorun çözülmeden hiçbir sorun çözülemez.” denilerek sosyalist mücadele ayrılıkçı Kürt hareketinin kuyruğuna takıldı. Lenin’in 1902 yılında yazdığı “İki Taktik” adlı kitabından alıntı yapıp bunu cümle aleme ezberletenler, yıllar sonra Komünist Enternasyonal’da Lenin’in dediklerini ve Enternasyonal kararlarını görmezden geliyorlar. Emperyalizmle işbirliği içine giren milliyetçi akımların neye hizmet ettiğini ve onlara karşı nasıl tutum alınması gerektiğini açıklayan Komünist Enternasyonal kararları Türkiye’de hep karartıldı. Bu karşı devrimci akım ve kuyrukçu solculuk Marksizmi bir eylem kılavuzu olmaktan çıkararak onu değişmez bir dogmaya, dine çevirdiler.
Merdan Yanardağ, yazısında Odak dergisi başyazarı Hamza Yalçın’ın 2021 yılında yazdığı, “Sosyalist Solda Türkofobi” başlıklı yazısını överek ona katıldığını belirtiyor. Türkiye solunun bu yazıya ilgisiz kalmasını eleştiriyor. Yanardağ sosyalistlerin dikkatini çekmek için Hamza Yalçın’ın yazısını TELE1’in internet sitesinde yayımlamış. Yanardağ’ın yazısından sonra ilgili yazıyı okudum.
Odak dergisinde yayımlanan oldukça uzun yazının değerlendirmesi Merdan Yanardağ gibi olmuş. Yazarımız aynı hareket noktalarından kalkarak “Türk fobisini” değerlendirmiş. Gündeme getirdiği fikirlerde bazı haklı saptamaları olmasına rağmen Kürt milliyetçiliğinin etkisinden kurtulamayarak yanlış sonuçlara varmış.
Anlattığı şeyler, 60 yıldır anlatılan ezberler.
Yazının son paragrafı, yapılması gerekenleri ifade ediyor. Şöyle diyor yazar:
…Türkiye solunu ve Türklere sevgi duyan Kürt, Arap, Rum, Ermeni vb her milliyetten arkadaşları Türkofobiye karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz. Halklarımızın yücelmesinin yolu bağımsız ve güçlü bir Türkiye solunun yaratılmasından geçiyor.
Yazarımızın çok istediği bu durum nasıl gerçekleşecek?
Bizim sosyalistler Alman, AB, Amerikan vakıflarıyla devrimci nikah yapmışlar. Onlardan aldıkları fonlarla ve medya destekleriyle önleri açılıyor. Her Allah’ın günü, küresel çetenin önlerine koydukları yapılacaklar listesini kararlılıkla savunuyorlar. Bu listede, “Türklerin Ermenilere, Kürtlere, Pontos’lu Rumlara, Süryanilere soykırım uyguladığı, 1935’te, Varlık Vergi’sinde Yahudilere zulüm uyguladığı ve bu nedenle ilgili bu çevrelere tazminat ödenmesi gerektiği yazılı.”
Bu gibi savlar, gerçeklerden uzak olduğu gibi sol basında ve burjuva dizilerinde sürekli olarak tekrarlanıp duruluyor. Bundaki amaç Türklere katil oldukları ve sürekli olarak faşist katliamlar yaptıklarını kabul ettirmeye yönelik iftiralardır.
Türkiye’nin solu bu tür iddialardan asla vazgeçmez. Örgütlerin başında olan travmalı milliyetçiliğin ve emperyalizmin programında Türk bayrağı ve Atatürk’le barışma diye niyet yok. Bu yüzden Merdan Yanardağ’ın ve Hamza Yalçın’ın yazılarını hoş ama boş bir çaba olarak değerlendirmek gerekiyor.