Son günlerde sosyal medyada ne zaman gezinsem karşıma Türkiye’’de şehir meydanlarına dikilen abuk sabuk heykelleri konu alan yazılar çıkıyor. Karpuz, kavun, turp, köfte, semaver, güğüm, lahmacun gibi heykellerden ne ararsanız var.
Obez Nasrettin Hoca, Buda heykellerine benzeyen boksör heykeli gibi eserler(!), alay konusu olmayı hak ediyor.
“Laik, çağdaş, Atatürkçü” kesimler; cahil, görgüsüz kasaba politikacılarının yaptırdığı bu heykelleri(!) eleştirip onları sanattan anlamamakla, seviyesizlikle suçluyorlar. Diğer tarafta yer alan kesimler ise, özellikle CHP’li belediye yöneticilerini, yaptıkları heykellere boş yere para harcamakla, müsriflikle suçluyorlar.
Biz, Horozlu Ayna olarak iki kesiminde heykele yaklaşımlarını ele alıp geçen aylarda eleştirmiştik. Şimdi kamuoyunda belli bir kesim, bu konuda yapılanlar hakkında daha dikkatli olmaya başladı ise de daha gidilecek çok yol var gibi görünüyor.
Bildiğiniz gibi, İslam’da heykel ve insan tasviri yapmak günah ve yasak kapsamında olduğundan dolayı resim ve heykel sanatı bu topraklarda bir türlü gelişemedi. Ancak Cumhuriyet Devrimi, bu alandaki yasaklamaları, tabuları kırmak için atılım içinde olmuş ve sanat ürünleri yaratacak sanatçıları yetiştirmek için devlet – özellikle ilk yıllarda- olağanüstü bir çaba harcamıştı. Sanatın çeşitli alanlarında ürünler verilmesi amacıyla sanatçılar korunup teşvik edildi. Müzik ve resimde belli bir başarı yakalanırken heykel alanında ise halkın eğitimsizliği ve geri bilincinden dolayı meydanlara dikilen heykeller, genellikle Atatürk’le sınırlı kaldı. Atatürk’ün ölümüyle birlikte Türkiye, Batı emperyalizmin etki alanına girdi ve başlatılan dinci, gerici bir programla insanlarımız yaşadığı çağdan koparılarak orta çağın karanlığına doğru itildi.
Geldiğimiz bu noktada, gerici ön yargılarla şartlandırılmış beyinlere sahip olanlar, üç boyutlu gördüğü her şeyi put olarak nitelendirip yok etmeye çalışıyorlar.
Kadın heykelleri ise hemen akla cinselliği çağrıştırdığından diğerlerine göre daha fazla saldırıya uğruyor ve ahlakı bozduğu gerekçesiyle tahrip ediliyor.
Atatürk heykelleri ise daha çok siyasal nedenlerle saldırıya uğruyor.
Bugünkü eğitim sistemi; bilerek ve isteyerek sanattan anlamayan, cahil insanlar yetiştiriyor. Eğitimin hiçbir seviyesinde sanat eğitimi verilmiyor. Bu yüzden olsa gerek, – sıradan insanlar bir yana – üniversiteyi bitirmiş insanlarımızda dahi sanatla ilgili kafalarda bir bilgi birikimi yok!
Türkiye’de kitap okuma oranı, kütüphanelerden yararlanma, müzelere, sergilere gidenlerin sayısı ortada…
Türkiye, büyük bir kültürel çölleşme içinde debeleniyor.
Ülkenin sağcısı da, solcusu da aynı vatandaş gibi sanattan habersiz.
Eğitimci konumunda olanların bile; şiir, resim, sanat tarihi ile ilgili söyleyecekleri sözler üç – beş cümleden öteye geçemiyor.
Bu girişten sonra lafı şuraya getireceğim.
Bilmem belki dikkatinizi çekmiştir, 18 Haziran 2021 tarihinde İstanbul Kadıköy’e “Umuda Yolculuk Anıtı” dikildi.
Karpuz, kavun heykellerinin yanında bu anıt, biraz daha fazla sanatsal içerik taşıyor.
Şimdi anıtın öyküsüne biraz daha yakından bakalım.
Daha önce Sirkeci Garı’nın yanındaki arsaya dikilen anıtımız, yetkili makamların itirazları üzerine yerinden kaldırıldı ve Kadıköy’e dikildi.
Anıt, yapanların ifadesine göre; “60 yıl önce Türkiye’den Avrupa’ya giden 1. kuşak işçileri” temsil ediyormuş.
Açılış töreninde; Hollanda, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, İsveç ve Danimarka Büyükelçileri ve Başkonsolosları, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve çok sayıda davetli katıldı.
Hollanda Ankara Büyükelçisi ve Hollanda’daki “Türk” kuruluşları, anıtın Sirkeci’ye yeniden taşınması için devlet yetkilileriyle görüştükleri bilgisini basından öğrendik.
Sirkeci üzerinde durulması çok önemli…
Çünkü, 60 yıl önce geçmiş dönemin hükümetleri, Sirkeci Garı’ndan işçileri trenlere doldurarak Avrupa’ya ihraç etmişlerdi.
Bu önemli eylemin olduğu yere, ucuz işgücü ihracını simgeleyen anıtın dikilmesi Avrupalılar için çok önemli olduğu su götürmez bir gerçektir. Çünkü, yolu Sirkeci Garı çevresinden geçen vatandaşlarımız bu anıtı her gördüklerinde, bizim Avrupalı efendilerin karşısında ancak bir hizmetçi olabileceğimizi düşünüp bu fikrin benimsenmesi gerektiği düşünülüyor.
O yıllarda Anadolu’dan toplanan sağlıklı insanlar, Avrupalı insanların yapmak istemedikleri pis, ağır işleri gittikleri yerlerde yapmışlardı. 60 – 70’li yıllarda yazılan roman, öykü, tiyatro ve şiirlerde bu gidişin öyküsü işlenmişti. Sanatçılar bu göç olayını eserlerinde işlerken olaya genel olarak sınıf açısından bakmaya özen göstermişlerdi.
Şimdi ise zaman değişti, ilişkiler değişti, solcularımız değişti, sınıfsal farklar, bakışlar değişerek farklı bir boyut kazandı.
Liberal görüşlerle sol düşünceler harmanlanınca ortaya ucube bir şey çıktı.
1990’lı yıllarda “sosyalist sistem” çökünce zaten birçok değerini yitirmiş olan sol için savunulacak bir değer de kalmadı.
Ama bizim solcularımızın bir kısmı hâlâ kendilerini solcu saymayı ticari bulduklarından dolayı öyle görünmeye gayret ediyorlar.
Modernizmin; aydınlanma, laiklik gibi kavramlarının yerini zamanla postmodernizmin unsurları olan inançlar, tarikatlar aldı.
1970 – 2000 yılları arasında Türkiye’deki sol hareketlerin macerası incelendiğinde bu kesimlerin keskin sol söylemden reformizme, oradan da emperyalizmin taşeronluğuna kadar savruldukları açık olarak görülecektir.
19 Haziran tarihli BİRGÜN gazetesinin bildirdiği habere göre, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu açılış töreninde Hollanda’ya göç eden gurbetçi işçilerin Hollanda işçi sınıfının parçası olduğunu hatırlatarak anıtın yapımına katkı veren sanatçıları, büyükelçileri, İBB’yi ve Türkiyelilerin derneklerini tebrik etmiş.
Avrupa Birliği fonlarından milyonlarca euro para alan bir sendikanın başkanı, tam onların istediği gibi konuşmuş.
Bizim bazı etnik kafalı solcularımız, bir topluma baktıklarında orada yalnızca etnik grupları ve cemaatlerigörür. Sınıf mınıf hak getire… Bu bakışı da Avrupalı efendilerinden öğrendiler.
Türkiye’yi de etnik, dini bir mozaik olarak gördüklerinden dolayı işçilere seslenirken “Kürtler, Türkler, Arnavutlar, Lazlar, Aleviler, Sünniler…” diye nutuk atarlarken bile marksist olduklarını iddia ederler. Bu çarpık, etnikçi anlayışının ifadesi olarak “Türkiyelilik” kavramını kullanırlar. Kendisi Türk düşmanı olarak yetiştirildiği için veya mensubu olduğu Ermeni, Kürt vb. aidiyet özelliklerinden yola çıkarak böyle bilim dışı bir kavram üretip kullanmakta hiçbir sakınca görmezler.
Arzu Çerkezoğlu’nun kendisi “Çarkez” olmakta takılı kalmış, anlaşıldığı kadarıyla bir türlü millet olamamış.
Sınırlar geçildiğinde, bir ulusa genel olarak bakıldığında kurucu ulus temel alınır. Örneğin Yunanistan’da; Yunanların dışında etnik olarak Rumlar, Arnavutlar, Makedonlar, Türkler olmasına rağmen biz Yunanistan’daki işçi sınıfını Yunan işçi sınıfı, ulusu da Yunan ulusu diye adlandırırız. Sosyalizmin bu tür konulara bakış açısı böyle olmakla birlikte bizim solcularımız daha aşiret kültürünü bir türlü aşamadıklarından dolayı orta çağa takılıp kalmışlar.
Türkiye Cumhuriyetini kuran ulusun Türk ulusu olma gerçeğini bir türlü kabullenemeyenler bilim dışı yollara başvuruyorlar. Bizim bazı solcularımıza göre; Alman, Rus, İngiliz, İtalyan, İspanyol işçi sınıfları vardır ama Türk işçi sınıfı asla yoktur.
Olsa olsa “Türkiyeli işçi sınıfı, Türkler” vardır. Etnik grup, millet, milliyet gibi kavramlardan, sosyolojik oluşumlardan bihaber olanların veya bilime kırk takla attıranların trajikomik halleri ibret alınacak derslerle doludur.
Konuya dönecek olursak, verilen haberlere göre anıt, Hollanda Demokratik Sosyal Dernekler Federasyonu (DSDF) girişimiyle, Doçent Nevzat Cingöz’ün öncülüğünde, Zeki Baran’ın Proje Başkanlığında gerçekleştirilmiş.
Törende Hollanda Büyükelçisi ve Zeki Baran birer konuşma yapmışlar. Ayrıca Hollanda Türk İş Adamları Derneği HOTIAD Genel Başkanı Hikmet Gürcüoğlu da konuşmuş. “… Babalarımızı, bu şekilde ölümsüzleştirerek, ona olan vefa borcumuzu ödeyeceğiz.” demiş.
Anıtın yapımında ve Kadıköy’e dikilmesinde katkıları olan Zeki Baran ve Hikmet Gürcüoğlu gibi yürekleri sanat aşkıyla dolu olan bu kişiler hakkında yerli basınımızda herhangi bir bilgiye ulaşamadım.
Tören haberi yapanlar her nedense bu gibi ayrıntıların üzerinden atlamışlar.
İçime bir kurt düştü.
Şeytan dürtükledi.
“Şeytan, ayrıntıda gizlidir.” derler ya ben de denileni yaptım ve biraz araştırdım.
Bizler, Horozlu Ayna olarak ayrıntılara çok dikkat ederiz. Bu yüzden olsa gerek herkesin göremediğini biz görürüz.
Zeki Baran, Hollanda’da yıllarca DSDF Genel Başkanlığını yıllarca sürdürmüş. Ayrıca, Rotterdam Charlois İlçe Belediye Başkan Yardımcılığı görevi de yapmış.
Hollanda Türk İş Adamları Derneği HOTIAD Başkanı Hikmet Gürcüoğlu hakkında biraz araştırma yaptım.
Hollanda, Zeki Baran’a 2015 yılında yaptığı hizmetlerden ötürü kraliyet nişanı takarak onurlandırmış.
Avrupa’da yazılı olmayan ve dillendirilmeyen bir kural vardır. O da şudur: Avrupa’da partilerde, önemli kurumlarda görev alan Türk asıllı kişilere ajanlaştırmadan asla görev verilmez. Partilerde görev alanlar mutlaka Ermeni soykırımı tezlerini savunurlar, ayrılıkçı PKK’yı desteklerler ve FETÖ’yü desteklerler. Bu onların inanarak savundukları görüşler değil, görev aldıklarında mutlaka savunulması gereken tezlerdir. Buna aykırı davrananlar, gerçekten Atatürkçü olanlar bu kurumların kapısından içeri bile giremez. Demokrasi şampiyonu Batının ikiyüzlülüğü, burada yüzümüze karşı sırıtır ve çoğulculuk boyaları dökülür.
Bu yazılı olmayan kural bilgisi, burada da beni yanıltmadı.
2018 yılında Hollanda’da imzaya açılan ve PKK ve FETÖ örgütlerini öven bildirinin altında, yukarıda adını andığımız DSDF ve HOTIAD gibi örgütlerin yanı sıra Zeki Baran’ın ve Hikmet Gürcüoğlu’nun adlarını görüyoruz.
https://www.esrefkerkuklu.com/haberler/hollanda-da-paylasilan-kumpas-bildiri-ve-imza-atan-h445.html
Hikmet Gürcüoğlu, HOTIAD Genel Başkanlığının yanı sıra Avrupa İslam Üniversitesi Yönetim Kurulu Üyeliği de yapmış. Adı anılan bu üniversite, Nur Cemaati’ne yakınlığı ile biliniyor.
Üniversite Rektörü hakkında, “sahtecilik, dolandırıcılık, karapara aklama” haberleri çıkarken Hikmet Gürcüoğlu’nun adı 1,5 milyon euro rüşvet teklifi haberlerine konu olmuş. Ayrıca 8,5 milyon Euro tutarında vergi kaçırmakla haklarında soruşturma açılmış.
18 Haziran 2021 tarihinde; Nurcular, Fetöcüler, PKK Destekçileri, Karapara Aklayanlar, CHP’li Belediyeciler, DİSK Temsilcisi, Avrupa’nın Elçileri, Sanatçılar(!) Kadıköy’de bir sanat(!) etkinliğinde bir araya geldiler.
Kadıköy’de toplananlar, elinde bavuluyla gurbet ellere giden gariban işçimizin heykelini dikmişler. Bu gidişte bir onur, bir insanca tavır yok!
Ne var?
Ülkemiz egemenlerinin, Avrupalı egemenlere dönüp, “Alın kardeşim. Bizde böyle tepe tepe kullanılacak milyonlarca insan var. Alın tepe tepe kullanın” deyişi var.
Ve bu alışverişi anıtlaştırıp İstanbul’a dikme olayı var.
Bu anıt’ın ana fikrinde; insanımızı aşağılayan ve bizi Batı karşısında ikinci, üçüncü sınıf insan gören hegemonik bir anlayış var.
İşin daha acısı bu anıtla ilgili en ufak bir değerlendirme şöyle dursun bol bol övgü var.
Bence bu anıt yalnız kalmamalı…
İkinci bir anıtla mutlaka takviye edilmelidir.
Benim aklıma bir öneri geliyor. İlgililere duyurulur.
Bildiğiniz gibi işçi ihracımızın yanında bir de nitelikli beyin ihracımız vardır Batıya…
Kurgulanan eğitim sistemimiz, Batının ihtiyacı olan yetişmiş, iyi eğitim almış nitelikli insan gücünü Batıya aktarıyor.
Böylece Batılılar, tek kuruş harcamadan nitelikli eleman ihtiyaçlarının önemli bir kısmını tek kuruş harcamadan karşılıyorlar.
Türkiye’nin ise bu alışverişten 220 milyar dolar kaybı olduğu söyleniyor.
Haydi sanatçılar(!), kolları sıvama vakti geldi.
Sizlere ufak bir proje önerisinde bulunayım.
Arkasında sırt çantasıyla bineceği uçağa doğru koşan bir genç heykeli şimdiye kadar giden yüz binlerce genç insanımızı temsil etsin. Gencin arkasına doğru tekme atar gibi uzanan bir bacak şimdiye kadar gelmiş geçmiş devlet yöneticilerini ve gencin önünde ise ona doğru açılmış iki kol onu çalıştırmaya çok hevesli Batıyı temsil etsin.
Bence yabana atılmayacak kadar değerli bir öneri…
Anıtı da yeni yapılan havaalanına koyarsak çok iyi olur.
Böylece gelip – geçen turistler bizim insanımıza verdiğimiz değeri görerek bizi takdir ederler.
Kadıköy’e anıtı diken Nurcu, Fetöcü, PKKcı, Atatürkçü(!) çevreler, inşallah bu önerdiğim anıtı da dikersiniz.
Biz de böylece sanatta çağ atlamış oluruz.