Osmanlı’da ilk anayasa 23 Aralık 1876’da kabul edildi.
Osmanlıca adı Kanun-i Esasi, bugünkü Türkçe ile Temel Kanun yani Anayasa…
Meşrutiyeti getiren Osmanlı aydınlarının anayasadan beklentileri çok fazlaydı. Çözülme, dağılma sürecine girmiş, her bakımdan geri ve güçlü devletlerin oyuncağı olmuş, topraklarını yitiren bir devletin, ancak iyi bir anayasaya sahip olmakla yaşanan sıkıntıların üstesinden gelinebileceği düşünülüyordu.
2. Abdülhamid’in Osmanlı-Rus Savaşını bahane edip, Meclis’i kapatarak ve anayasayı askıya alarak 30 yıl sürecek bir istibdat yönetimi kurmasından sonra, bu düşünceler daha da pekişti.
Bu anlayışa göre; Anayasa uygulandığında Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan çeşitli milletler özgür olacaklar ve özgürlüklerine kavuşmuş, istekleri yerine getirilmiş bu kesimlerin Osmanlı’dan ayrılma istekleri son bulacak, bu durumu gören Avrupa devletleri de iç işlerimize karışmaktan vaz geçerek bizi uygar toplumlar arasına katacaklardı.
Bu düşünülenlerin önündeki tek engel olarak Abdülhamid görülüyordu.
Abdülhamid’in saltanatı yıkıldı. 1908’de insanlar sokaklara dökülüp Meşrutiyeti kutladılar.
Memlekette bir bayram havası vardı.
Bu bahar havası çok fazla sürmedi.
Balkan Savaşları ardından gelen 1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yıkıldı.
Abdülhamid’in gitmesi, devletin bir anayasaya sahip olması, Osmanlı’nın beklenen kurtuluşunu sağlayamamıştı. Osmanlı yönetimi altında yaşayan çeşitli milletler yabancı ülkelerin yardımı ve kışkırtmasıyla ayaklanıp ayrı devletlerini kurdukları gibi Avrupalı medeni(!) ülkeler, kendi aralarına Osmanlı’yı hiçbir zaman almadılar.
Meşrutiyet aydınının gerçeklikten kopuk, öznel düşünceleri yıkılan Osmanlı Devleti’nin enkazı altında kaldı.
Ekonomi, sosyoloji, tarih,devlet yönetim biçimleri alanlarında yeterli bilgiye sahip olmadan gelişmiş ülkeleri taklit etmeye yönelik yapılan yüzeysel reformlar, devleti batmaktan kurtaramadı.
Bu fırtınalı yıllarda, özellikle Osmanlı’nın son 30-40 yılında, karşılaşılan sorunlarla ilgili Avrupa’yı görmüş, orada bazı alanlarda eğitim almış kimseler arasında tartışmalar oluyordu. Ülkede karşılaşılan sorunlarla ilgili herkes kendince bir çözüm önerisi geliştirip ortaya atıyordu.
Bu aydınlar arasında en dikkat çekeni Prens Sabahattin’in düşünceleri idi.
Kısaca söylenecek olursa, Prens Sabahittin’e göre;bireyci ve kamucu olmak üzere iki çeşit toplum vardı. İngiltere; bireyci, gelişmiş ve üstün bir toplumdu. Osmanlı ise kamucu ve geri bir toplumdu. Osmanlı kamucu özelliğini terk ederek İngiltere gibi bireyi esas alarak eğitimini de buna uygun şekillendirilmesi gerekiyordu.Bu amaçla özel sektör desteklenip, devletin fonksiyonları olabildiğince azaltılmalıydı. Devletin idari yapısı merkezi olmaktan çıkarılıp, adem-i merkeziyetçilik yani yerel, federal yapılar güçlendirilmeliydi.
Prens Sabahattin’in bu düşünceleri -Atatürk dönemi hariç- ülkeyi yöneten büyük burjuvaziye ve tüm Cumhuriyet Hükümetlerine esin kaynağı olmuştu.
Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Günümüze kadar aşağıda yer alan anayasalar yürürlüğe konulup, uygulandı.
* 1921 Anayasası
* 1924 Anayasası
* 1961 Anayasası
* 1982 Anayasası
İlk Anayasanın yazılışından bugüne dek, tam 145 yıl geçti.
Anayasaların uygulanma aşamasında yöneticilerin isteklerine, çıkarlarına göre bir takım değişikliklere gidildi.
Örneğin,1982 Anayasasında 16 kez değişiklik yapıldı ve 194 maddesinden 80’i değiştirildi.
Türkiye’de; devletin yönetim biçimi, onun nasıl yönetileceğinin yazıldığı anayasa, her zaman tartışma konusu oldu. Yaşadığımız bu günlerde hararetli bir biçimde yine tartışılıyor.
145 yıldır anayasayı tartışıp duruyoruz.
Beş kez Anayasa yapıldı, maddeleri sık sık değiştirildi ama herkesi memnun eden bir anayasa oluşturulamadı.
Bu konuda toplumsal bir uzlaşmaya varılamadı.
Peki, neden böyle oluyor?
Çünkü, tüm toplumsal sınıflar, gruplar, partiler, etnik, dini yapılar ve emperyalist çevreler kendi çıkarları doğrultusunda bir anayasa oluşturmak istiyorlar. Bu saydığım çevreler içinde bazı odaklar bazen bir araya gelerek ortak tutum geliştirdikleri de gözlemleniyor. Yapılan tartışmalarda; devletin üniter, merkezi yapısı, özgürlükler, Türk ulusunun egemenliği gibi konu başlıkları ele alınıp değerlendiriliyor.
En büyük ayrılıklar da bu maddeler üzerinde ortaya çıkıyor.
Cumhuriyeti kuran kadrolar, devleti Türk ulusunun üniter merkezi devleti olarak şekillendirdiler.
1921 Anayasasından başlayarak 1982 Anayasasına kadar bu egemen anlayış anayasalara yansıtıldı.
1938’den sonra ise Batı ile yapılan ortaklıklar sonucu devlet yapısı değişmeye başladı.
ÖzellikleNATO’ya girilmesiyle birlikte devlet organları, toplumsal yaşam, Batının istekleri doğrultusunda şekillendirildi.
En başta eğitim, ulusal özelliklerinden kopartılarak yozlaştırıldı.
Batı emperyalizmi, Türk ulusunun örgütlenme biçimi olanulus devletinihiçbir zaman kabullenemedi ve onu sürekli olarak değişime zorladı.
Türkiye, ünlü yeşil kuşak teorisiyle devlet yapısı ve toplumsal yaşam dinci anlayışla şekillendirilirken Amerikalılar, 1965 yılında devlet yetkililerine Türk-Kürt Federasyonu kurmalarını salık veriyorlardı. “ İran, Irak Kürtlerini Federe bir devlet haline getirelim. Bunu Türkiye’ye bağlayalım. Böylece topraklarınızı da büyürmüş olursunuz” diyorlardı.
Amerikalıların bu önerisi, orduya götürüldüğünde uygun görülmeyerek reddedildi.
1965 ile 1980 yılları arasında uzun dönem başbakanlık yapmış olan Süleyman Demirel, 12 Eylül 1980 darbesinden bir yıl önce Günaydın gazetesine verdiği demeçte Amerikalı dostlarının önerilerine uyarak federasyonu savunuyordu. Çünkü, 12 Mart 1971 döneminde ordu içindeki yurtsever subaylar tasfiye edildiğinden devlet içinde Amerikan tavsiyelerine itiraz edecek bir kesim kalmamıştı.
… 6 Aralık 1979 tarihli Günaydın gazetesinin 12. sayfasında ve sağ alt köşede Ferit Öngören’in yazısı ve sütun içinde bir gazete kupürü var. Kupürün başlıklarında aynen şöyle deniliyor: Üst Başlık: Adalet Partisi Genel Başkanı: Türkiye’yi Ankara’dan yönetmek imkanı kalmamıştır. Ana Başlık: Demirel: Türkiye, 15 bölgeye ayrılmalı, her bölge için ayrı plan yapılmalı…
Aslan Bulut- 20 Ekim 2006 -Yeniçağ gazetesi
Demirel, “Türkiye’nin Ankara’dan yönetilmesinin imkanının kalmadığından, federal bir sisteme geçilmesi” gerektiğini savunurken bir yıl sonra askeri darbe oldu.
12 Eylül’ün darbeci generali Kenan Evren’in bu konuda ne düşündüğünü bir görelim:
Evren’e göre Türkiye 8 eyalete bölünebilir. Eski Cumhurbaşkanı, bu 8 eyaleti şöyle sıraladı: ‘Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum, Diyarbakır, Eskişehir, Trabzon.’Evren, Hürriyet’in bu konudaki sorularını şöyle cevapladı:
Hürriyet gazetesi -1 Mart 2007
– Bir zamanlar söylemek suçtu. Böyle bir fikre nasıl geldiniz?
– Aslında bu düşüncem yeni değil. Daha 1980’li yılların başında bunları düşündüm. Çünkü Ankara’dan 81 ile hakim olmak zor. Uykularım kaçıyordu. Ben Cumhurbaşkanı’yken İç işleri Bakanlığı bunu dile getirdi.
– O zaman niye bir şey yapmadınız?
– Aslında yaptık. 1983 yılında Danışma Meclisi tatile girdiğinde bizim kanun hükmünde kararname çıkarma yetkimizi devrettik. Bölge İdare Mahkemelerini kurarken bu zihniyetle hareket ettik. Türkiye’yi birtakım bölgelere böldük. Yetkileri oraya devrettik.
– Peki eyalet fikrine nasıl geldiniz?
– Cumhurbaşkanı iken Bavyera’ya ziyarete gitmiştim. Baktım üç bayrak çekmişler. Biri Türk, öteki Alman bayrağıydı. Bu üçüncüsü ne bayrağı diye sordum. ‘Burası Bavyera Eyaleti, onun bayrağı’ dediler. Birçok ülkede bu var. Amerika’da böyle yönetiliyor, Pakistan’da. Yönetim zorlaşınca ülkeler eyaletlere bölünüyor.
– Türkiye de buraya gelmeli mi diyorsunuz?
-Mutlaka gelecek diyorum.
– Ne zaman gelecek?
– Belki 10 yıl, belki 30, belki 50 yıl. Ben 90 yaşındayım. Belki ben görmeyeceğim. Ama Türkiye bir gün mutlaka bu adımları atacak. Yoksa huzur bulmamız mümkün değil.
– Yükselen milliyetçilik akımı buna izin verir mi?
– Şimdi bakıyorum, ortada vatan kurtaran aslanlar geziyor. Tutturmuşlar bir karış toprak vermeyiz diye. Toprak niye gitsin? Bunlar dünyaya ayak uyduramayan insanlar. Huzur bulmak istiyorsak cesur adımlar atmalıyız.
– Bir zamanlar Özal bunu söylediğinde Hakkında yazılmadık yazı, söylenmedik söz kalmamıştı. Siz nasıl söyleyebiliyorsunuz?
– Evet Özal bunu Güneydoğuda bir yerde söylemişti. Onun annesi Kürt’tü. Şimdi ben söylüyorum. Birilerinin söylemesi lazım. Geldiğim yaş ve yaptığım işler bana bu cesareti veriyor. İşte ben de çıkıp söylüyorum.
Darbede görevinden alınanla, darbeyi yapanlar, devletin şekli konusunda hemen hemen aynı düşünceleri paylaşıyorlardı.
Türkiye’de bazı kesimler -Kenan Evren gibi – Avrupa’nın bazı ülkelerinde bulunan federal yapılardan yola çıkarak; “Efendim, biz de onlar gibi olabiliriz.” diyorlar.
Türkiye ile Avrupa devletlerinin kuruluşu, tarihi özellikleri çok farklıdır. Türkiye, merkezi, ulus devlet olarak şekillendi.
Örneğin,federal bir devlet olarak kurulan Almanya, İspanya gibi ülkelerde, tek merkezi devlete gidiş farklı bir yol izledi. Feodal dönemde var olan prenslikler, merkezi devlet çatısı altında birleşirlerken kendilerine ait bayraklarını, kendi eyaletlerindeki bazı ayrıcalıklarını korudular. Osmanlı devleti; merkezi, askeri feodal bir devletti. Osmanlı’da ve Türkiye’de Avrupa’da olduğu gibi bayrakları olan prenslikler, dükalıklar hiç olmadı. Kenan Evren’in Almanya’da Bavyera’da görüp anlayamadığı(!) şey budur.
Amerika, AB ve İsrail, 1970’lerden sonra Ortadoğu’da Yeni Osmanlı Düzeninin kurulması gerektiğini savunmaya başladılar. İsrail Başbakanı Ariel Şaron, 1982’de Ortadoğu Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’da oluşturulması gerektiğini savundu. Bu birleşik devletin ulus temelli olmayıp, etnik ve mezhep temelli birleşmeyle kurulacağını savunuyordu.
Türkiye’ye sık sık gelen, sol ve Kürt çevrelerince el üstünde tutulan Amerikalı Yahudi asıllı dilbilimci Noam Chomsky; Ortadoğu için ulus devletlerin değil, etnik- dinsel cemaatlerin doğal örgütlenme biçimlerinin belirleyici olduğunu ve Osmanlı millet sisteminin mümkün bir model olduğunu öne sürmüştü.
Chomsky, adı anılan kitapta; “…Yani güçlü bir merkez (Bugün ABD destekli İsrail, yarın Türkiye) ve büyük bölümüyle, tercihen birbirine hasım olan etnik – dini cemaatlere bölünmüş bir bölgeyle, Osmanlı İmparatorluk sistemine benzer bir yapının ihyası…(Sayfa: 535 ) diyor.
Emperyalist ve siyonist çevreler, Ortadoğu Halklarına ümmetçiliği ve etnik milliyetçiliği dayatıyorlar. Bu temelde bölünmüş topluluklar da birbirlerine “hasım ve düşman” olarak çatışma ortamında yaşarlarken onları yönetmek ve ellerindekileri almak çok kolaylaşıyor.
Emperyalizm, ulus devletleri yıkılmak üzere düşman ilan etmiştir.
ABD, Irak’ı işgal ettikten sonra 3 kimlikli bir anayasayı dayatıp yürürlüğe bilerek koymuştur. Güneyde Şiiler, ülkenin orta kesiminde Sünniler, Kuzey kesiminde Kürtler…
Suriye’de yaşananlar, Irak’ta yaşananların aynısı…
Ortadoğu’da devletler işgallerle, etnik ve mezhep çatışmalarıyla parçalanırken Türkiye’de bölünmenin alt yapısı oluşturuluyor.
7 Eylül 2007: Bölge İstinaf Mahkemelerinin görev yapacağı 9 şehir belirlendi.
10 Aralık 2010: Adalet Bakanı Ergin, bir heyetle ABD’ye giderek federal sistemi inceledi.
11 Temmuz 2012: 13 yerde Bölgesel Ağır Ceza Mahkemesi kuruldu.
AKP eliyle Yerel Yönetimler Reform Yasası Mecliste onaylanarak yürürlüğe girdi.
Büyükşehir Belediyelerimiz oldu.
Yasanın ön hazırlıklarını BM Kalkınma Programı (UNDP) yürüttü.
Çıkacak yasayla ilgili 2 yıl süren faaliyetlerin parası olan 4 milyon euro, AB tarafından verildi.
Her biri kendi çapında ekonomik, kültürel, bölgesel gelişimlerini sağlamak amacıyla; Türkiye çapında 26 tane Bölge Kalkınma Ajansı olusturuldu.
1960’lı yıllarda ABD’de ortaya atılan “çok kültürlülük, çok kimliklik” anlayışı, 1980’den sonra Türkiye’ye solcular tarafından taşındı. Türk toplumu en ufak parçasına varana kadar ayrıştırıldı. Etnik, dini farklılıklar deşilerek düşmanlıklar ekildi. Kültürde, sanatta, özellikle müzikte etnik farklılıklar öne çıkarılarak etnik, dini aidiyetler kutsallaştırıldı. Yapılanların tümü sol değerler, kavramlar üzerinden yapıldı. En basitinden emperyalizmin “böl, parçala, yönet” ilkesinin taşeronluğunu bazı sol (!) örgütler yaptı ve yapmaya devam ediyorlar.
Yurdumuzda özellikle Alman vakıflarının ve AB fonlarıyla beslenen bazı kurumlar, yukarıda anlatılan amaç doğrultusunda faaliyet yürütüyorlar.
Şimdi Türkiye’de faaliyet yürüten siyasi parti, dernek, vakıf kuruluşların nasıl bir anayasa istediklerine bakalım. Bu incelemede Türkiye’nin, idari yapısı ve ulus devlet olarak örgütlenmesine yaklaşımları açısından ele alınıp değerlendirilecektir.
TÜSİAD NASIL BİR ANAYASA İSTİYOR?
TÜSİAD, Türkiye’nin en önemli iş adamlarının topluluğudur. Uluslararası sermaye ile büyük ortaklıklar gerçekleştirerek sermayenin çıkarlarını en iyi formüle eden bir kuruluştur. Bu açıdan söyledikleri çok önemlidir.
Patronlar, Mart 2011yılında “Yeni Anayasanın Beş Temel Boyutu” adlı bir çalışma düzenlemişlerdi. Yapılacak anayasayı:
TÜSİAD, Türkiye’nin en önemli iş adamlarının topluluğudur. Uluslararası sermaye ile büyük ortaklıklar gerçekleştirerek sermayenin çıkarlarını en iyi formüle eden bir kuruluştur. Bu açıdan söyledikleri çok önemlidir.
Patronlar, Mart 2011yılında “Yeni Anayasanın Beş Temel Boyutu” adlı bir çalışma düzenlemişlerdi. Yapılacak anayasayı:
1-Yeni Anayasanın Yapım Yöntemi
2- Yeni Anayasanın Temel İlke, Kural ve Kurumları
3- Din ve Vicdan Özgürlüğü
4- Kimlikler
5- Kuvvetler Ayrılığı
açısından ele alıp değerlendirmişler. Toplantının katılımcıları; İbrahim Kabaoğlu, Ergun Özbudun, Mithat Sancar, Nur Vergin, Ersin Kalaycıoğlu, İlter Türkmen, Ümit Fırat, Serap Yazıcı gibi alanında uzman birçok kişiden oluşuyordu. Tartışmalar sonunda oluşturulan metinde şöyle deniliyor:
Anayasanın Temel Felsefesi Nasıl Olmalıdır?
…Yeni bir anayasa hazırlanması ihtiyacının 1982 Anayasası’nın temel felsefesiyle ilgili sorundan kaynaklandığı göz önünde tutularak, yeni anayasa devlet odaklı değil, birey ve insan odaklı bir felsefeyle kaleme alınmalıdır..Yeni anayasa milliyetçiliğe yer vermemeli, çoğulcu bir felsefeye sahip olmalı ve farklı kimliklere hak temelli yaklaşmalıdır. Vatandaşlığın tanımlamasında “Türklük” kavramına yer verilmeden, vatandaşlık bağı devletle birey arasındaki anayasal bir ilişki olarak tanımlanmalıdır..
Anayasanın Başlangıç Bölümü Nasıl Olmalıdır?
…Başlangıç bölümü anayasa metnine dahil olmamalıdır. Başlangıç metninde Atatürk’ün şahsiyetine ve tarihi rolüne saygı ve şükran içeren bir ifadeyle yetinilmeli ve Atatürkçülüğe ideolojik ve hukuki anlamlar yükleyen referanslardan kaçınılmalıdır…
Kimlikler Nasıl Olmalıdır?
… Ulus kavramı hukuki nitelik taşımadığından, Anayasada ‘Türk Milleti’ veya milliyetçiliğe atıf yapan ifadeler ve etnik çağrışımı olan vurgular yer almamalıdır…
Kültürel Haklar ve Ayrımcılığın Önlenmesi
…Yeni anayasada ayrımcılığı yasaklayan ifadelere yer verilirken, ayrımcılık sadece ırk, etnik köken ya da inanç temelinde değil, LGBT dahil tüm gurupları ve farklı hayat tarzlarını da kapsayacak şekilde yasaklanmalı ve bu düzenlemede günümüzün insan hakları standartlarında bir ayrımcılık yasağı ifade edilmelidir. Ayrımcılığa karşı koruma sadece maddi hukuk değil, usul hukuku açısından da gündeme gelmeli ve bireyin ayrımcılığa karşı bu şekilde güvence altına alınması sağlanmalıdır…
Anadilin Eğitim ve Anadilin Öğrenimi
..Anadilinde eğitim ve anadilin öğrenimi konularında adım atılması için gerekli toplumsal ve pedagojik(öğretmen yetiştirilmesi, müfredat hazırlanması vb.) altyapının oluşturulmasına ilişkin tedbirler alınmalıdır…
Yerel Yönetim Reformu
…Yerel yönetimler reformu, Avrupa Konseyi’nin Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı, Ulusal Azınlıklara İlişkin Çerçeve Sözleşme ve Bölgesel ve Yerel Diller Şartı temel alınarak gerçekleştirilmelidir. Bu kapsamda Yerel Yönetim Özerklik Şartı’na koyulmuş olan çekinceler kaldırılmalı, Ulusal Azınlıklara İlişkin Çerçeve Şözleşme ile Bölgesel ve Yerel Diller Şartı onaylanmalıdır…(Yerel Yönetimlerde) Bölgelerin gelirleri kısmen merkezi bütçeden ayrılacak fonlarla, kısmen de söz konusu bölgenin vergilendirilmesiyle elde edilecek gelirlerden karşılanabilir ve birçok hizmet(sağlık, eğitim, bayındırlık, kültür vs.) uluslararası örneklerden hareketle belirli ölçeklerden hareketle belirli ölçülerde bölge idaresine bırakılabilir…
Mart 2011 – Yayın No: TÜSİAD- T/2011/03/513
Görüldüğü gibi TÜSİAD’ın taslak anayasası, küresel sermayenin istekler manzumesine dönüşmüş. Patronların bu ulusa dair en ufak bir sevgisi, vefa duygusu kalmamış. Yüz yıl öncesinden Prens Sa
bahattin mezarından kalkmış, “Nerede kalmıştık?” diyerek bildiği gibi anayasayı yazıyor.
Patronlar, Türk ulusunu tamamen sildikleri gibi onun lideri M. Kemal Atatürk’ü de tarihe gömüyorlar.
Ulusal değerlerin üstünü kırmızı kalemle çizerken, LGBT’yi dokunulmaz kılıp, kutsallaştırıyorlar.
Patronlar anadilde eğitim istiyor.
Patronlar üniter devlet değil, federal gevşek bir devlet istiyor.
Patronlar federal bölgelerin eğitim, sağlık, bayındırlık vb. Alanlarda özgür olmalarını ve bölgelerinde çıkan ekonomik değerlere sahip olmalarını istiyor.
Ortak bir ekonomik hayatın olmadığı, farklı eğitim modellerinin uygulandığı, ekonomik kaynaklara federal yapıların egemen olduğu bir devlet, birliğini sağlayabilir mi?
Böyle bir devletin Ortadoğu’da kaç gün ayakta kalacağını yazmamaları büyük eksiklik olmuş.