Temmuz 2010’da, Birleşmiş Milletlere bağlı olarak; Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi Birimi (UN WOMEN) oluşturuldu. Kurumun başına da, Simon Pegg, Emma Watson, Kiefer Sutherland, Wolf Blitzer gibi Batı dünyasında tanınmış kişiler getirildi.
Kuruluş, 20 Haziran 2014 tarihinde kadına yönelik cinsiyet ayrımcılığına karşı bir kampanya başlattı. “Erkeğin desteği olmazsa ayrımcılık son bulmaz” tespitinden yola çıkarak, “ He For She” yani “Kadın İçin Erkek” sloganı belirlendi. Birleşmiş Milletler kampanyanın heyecanını, coşkusunu ifade edebilecek bir rengi bulmak için Pantone Renk Enstitüsü ile beraber çalıştı. Macenta rengi, cinsiyet eşitliği hareketinin rengi olarak belirlendi. “Neden diğerleri değil de macenta rengi seçildi?” diye soracak olursanız yanıtı hemen vereyim. Macenta rengi, mavi ve kırmızının eşit oranda karıştırılmasıyla oluşturulan bir renktir. Mavi renk bütün dünyada erkeklerin, pembe de kadınların rengi olarak kabul edilir. Son yıllarda kırmızıya kaçan sarı renk kadın çevrelerinde kullanılmaya başlanmıştı. İki rengin birleşimi olan macenta, iki cinsi de temsil ettiği söylendi. Projenin hedefleri, uygulanacak yöntemler belirlendikten sonra aynı anda dünyanın birçok ülkesinde kampanya çalışmalarına başlandı. Türkiye’de birçok ilklere imzasını atan Koç Topluluğu, bu kampanyada da öncülüğü kimseye kaptırmadan işe başladı. Arkasından diğer sermaye grupları da sürece katıldılar.
Koç Topluluğu ve diğer sermaye grupları kendilerine bağlı şirketlerde bazı etkinlikler düzenlediler. Ali Koç, Başkanı olduğu Fenerbahçe Spor Kulübü’nde He For She hareketini başlattı. Yaptığı açıklamada, kadın erkek eşitliğinin öneminin altını çizen Koç, Kadın ve kız çocuklarına yönelik her türlü ayrımcılığa sıfır tolerans uygulayacaklarını, tribünlerde cinsiyet içerikli tezahüratlara engel olacaklarını belirtti. 2018 Kasım ayında FB Spor Kulübü futbolcuları, Fenerbahçe-Alanyaspor maçına sırtlarında macenta renkli formalarıyla sahaya çıktılar. Futbolcular ellerinde taşıdıkları pankartla He For She kampanyasına destek oldular.
Kadınların çalışma yaşamındaki istihdam oranlarını az bulan işverenler, kendilerine bağlı işyerlerinde kadınlara daha çok iş vereceklerini, şirket yönetimlerinde kadınların temsil oranlarını arttırıp, eşit işe eşit ücret uygulayacaklarını belirttiler. Ardından da Toplumsal Cinsiyet Eşitliği temelinde şirketlerde eğitim çalışmaları düzenlediler. Kadın örgütleri, Özel Üniversiteler ve Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda öğretmenlerin, öğrencilerin eğitimi için ortak projeler gerçekleştirdiler.
Özellikle tekstil, turizm ve hizmet sektörlerinde var olduklarından bu yana, sürekli düşük ücret vererek, kadın emeğini insafsızca sömüren burjuvalarımızın vicdanları mı sızladı? Televizyonlarda, basında estirilen kadın kampanyalarının etkisinde mi kaldılar yoksa? Ne oldu da birdenbire kadın dostu kesildiler? Kadın işçilerin; süt izini, kreş, doğum yapmaktan kaynaklı talepleri yerine getirilmediği gibi en ufak bir anlaşmazlıkta kadın işçiler kapının konuluyordu. Buna benzer konular sendikalar ve sol partilerce dile getirildiğinde kadın emeğinin yeteri kadar üretken olmadığı tezleri öne sürülüyordu. Kayıt dışı istihdamın %65’lere ulaştığı, işşizliğin rekor seviyede arttığı, bir de üstelik yurdumuza getirilen mültecilerin emek piyasasındaki rekabetinden dolayı kölelik koşullarının dayatıldığı bu günlerde işverenler neden kadın kampanyaları düzenliyorlar? Geçmiş yıllarda işledikleri günahların bedelini mi ödüyorlar? Kadının toplumsal yaşamdaki hak mahrumiyetlerini dile getirerek sorunları istismar eden işverenler, ne yapmak istiyorlar?
Kadınların; derneklerde, partilerde, resmi kurum ve kuruluşlarda erkeklere oranla temsiliyetini az bulan işverenlerimiz, bu oranın % 50’ye çıkarılmasını savunuyorlar. Ayrıca kadınların mülk sahipliği oranının en azından erkekler kadar olması gerektiğini savunuyorlar. Topluma kadın-erkek eşitliği dersi veren burjuvalar kendi yaşamlarında bu ilkelere ne denli uyuyorlar? Eldeki veriler bize tam tersi sonuçları söylüyor. Burjuva sınıfı, “ Ele verir talkını kendi yutar salkımı” atasözü deyişine uygun davranıyor.
Türkiye’nin en zengin 30 kişisi arasında sadece 3 kadın var.
Türkiye’nin patronlar kulübü TÜSİAD Yönetim Kurulunda 12 kişi yer alıyor. Bu görevlilerden 9’u erkek olup sadece 2’si kadındır.
Bizim burjuvalarımız, halka bazı fikirleri dayatıp, yapılmasını isterlerken kendi içlerinde ise tam tersini uyguluyorlar. Bir şirkette, holdingde, ticari kurumlarda insanlar yönetici konumlara yetenekleriyle, bilgisiyle, aklıyla, yönetme becerisiyle gelirler. Yönetimde cinsel kimlik aranmaz, yöneticinin kadın veya erkek olması belirleyici değildir. İşverenlerin kendi aralarındaki iş bölümünde, iş yaşamlarında bu altın kuralı işlettikleri görülüyor. Peki, tersine durum hiç yaşanmaz mı? Yaşanmaz olur mu? Buna daha çok resmi kurum ve kuruluşlarda, partilerde tanık oluruz. Yeteneksiz, çapsız kişilerin günahlarının bedelini o kurumlarda çalışan kişiler ve halk öder. Konumuza dönecek olursak; dünyadaki durumun Türkiye’den de kötü olduğunu görüyoruz.
Dünyanın en zengin 10 kişisi arasında kadınlara yer yok!
BBC News/Türkçe – 22. Ocak.2018:
“Dünyada toplam dolar milyarderi sayısı 2.043 olduğunu ifade eden İngiliz yardım kuruluşu Oxfam, her 10 milyarderden 9’unun erkek olduğunu vurguluyor.”
Dünyada cinsler arasında mülkiyet, zenginliğin paylaşımı noktasında farklar giderek büyüyor. Yoksulların dünya gelirlerinden aldıkları pay her geçen yıl erirken, para ve mülkiyet bir avuç kişinin elinde toplanıyor. Dünyanın karunları; iktidarı, parayı, mülkiyeti paylaşma noktasında en ufak bir adım atmazlarken; özgürlük, daha çok sosyal hak, eşitlik şarkıları söyleyerek neden kadın hakları kampanyaları düzenliyorlar?
Sorunun yanıtı, dünya nüfusunun yarısını meydana getiren kadınlara yönelik kurulan UN WOMEN adlı örgütün faaliyetinde gizli. Adı anılan örgüt: Equiterra adında bir ülke yaratmış. Ülke gerçekte var olmayan, hayali bir ülke… Gerisini haberden öğrenelim.
www.skdturkiye.org/ eşit adimlar- 20 Mart 2020:
“ Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN WOMEN) toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekmek için Equiterra adında ütopik bir ülke yarattı. Un Women şimdi herkesi, her alanda özgürlük ve eşitliğin var olduğu bu hayali ülkenin gerçeklerini anlamaya ve yaygınlaştırmaya davet ediyor…
…Equiterra, sadece hayal gücümüzde var ama hepimizin inşa etmeyi arzuladığı bir yer. Equiterra, herkesin özgürce seyahat edebildiği, düşüncelerini ifade edebildiği bir ülke. Kız ve oğlan çocuklarının eğitime eşit şekilde katılım gösterdiği, kadın ve erkeklerin iş yerlerinde, yönetimde ve hayatın tüm mecralarında eşit temsil edildiği ve fırsatlardan eşit şekilde faydalandığı bir ülke Equiterra. Burada kadınlar ve erkekler eşit işe eşit ücret alıyor. Kadın, erkek, yaşlı, genç herkes iklim krizi ile mücadele konusunda üzerine düşeni yapıyor. Ülkede herkes birbirinin fikir, inanç, kültür ve geçmişine saygı gösteriyor. Equiterra’da ön yargılara, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe hiç mi hiç yer yok! Herkes kapsayıcı bir toplum yaratılmasına katkıda bulunuyor. Önyargılar, toplumsal cinsiyete dayalı kalıp yargılar ve toplumsal cinsiyet eşitliğine zarar veren fikir ve davranışlar, dönüştürülerek toplumsal cinsiyet eşitliğine katkıda bulunan pratiklerle değiştiriliyor.”
Kadınların erkeklerin, çocukların özgürce yaşadıkları cennet gibi bir ülke anlatılmış. Daha iyi kavransın diye yaşanılan mekânlar resimle ifade edilmiş.
Resim insana ABD kasabalarındaki genel görünümü çağrıştırıyor. Belli ki çizim Amerikalı grafikçinin elinden çıkmış. Bir iki Hintli, kara derili insanın dışında Doğuya dair hiçbir yapı, işaret, iz yok! Equiterra’da güvenlik görevlisi, polis, asker gibi militarizmi çağrıştıran insanlar da yok! Okul, işyeri, müze gibi kurumların dışında kalan konut alanları da yok! Yokları istenirse daha da uzatabilirim. Bu söylediklerimin karşısında; “ Eh! Ne yapsın grafiker, bütün bir kent yaşamını bir resme sığdıramaz ya” diye bir fikir öne sürülebilir. Kim ne derse desin ben, çizeri anlatmak istedikleri noktasında başarılı buluyorum.
Equiterra’da Özgürlük Caddesi’nde, erkek erkekle, kadın kadınla el ele dolaşarak cinsel tercihlerine göre özgürce yaşıyorlar. Karışan, görüşen kimse yok! Ne diyordu yukarıda tanıtım bölümünde? Equiterra’da, cinsiyetçiliğe hiç mi hiç yer yok! Toplumsal cinsiyete dayalı kalıp önyargılar bu ülkede barınamaz deniliyordu. Peki, olursa ne olur? Bu sorunun yanıtı aşağıdaki resimde verilmiş.
Resimde, Toksik Erkeklik Geri Dönüşüm Tesisi görülüyor. UN WOMEN web sitesinde, tesisin özellikleri ve işlevi şöyle anlatılıyor:
“Tıpkı her uygarlıkta olduğu gibi Equiterra vatandaşları da ataerkil normlar, cinsiyet rolleri, erkek ya da kadın olmanın, transseksüel ya da cinsiyete uymayan (gender non conforming) olmanın anlamı konusunda tarihten etkileniyor.
Ancak Equiterra halkı kadınları ve erkekleri jenerasyonlar boyunca sınırlayan bu tarihsel cinsiyet kökenli basma kalıplara uymak yerine toksik erkekliği sorgulamayı seçiyor.
Toksik Erkeklik Geri Dönüşüm Tesisinde yenilikçi diyaloglar ve öğrenme yoluyla toksik davranışlar cinsiyet eşitliğini sürdüren tutumlara dönüştürülüyor…
…Sadece ‘kadın’ ve ‘erkek’ olarak ikili cinsiyet tanımlarından ziyade cinsiyet kimliği ve yönelimi geniş bir spektrum olarak görülüyor.
Baskıcı cinsiyet rollerinden ve toksik erkeklikten kurtulmuş olan Equiterra halkı tüm toplumlardan daha mutlu ve zihinsel olarak daha sağlıklı.”
Kamyonu süren kadın şoför, erkekliğe ait zehirli atıkları imha etme amacıyla fabrikaya getiriyor. “Welcome” yazan tabelada “Hepsini Dönüştürüyoruz”, fabrikanın okla gösterilen kapısında, ”Hepsini Alıyoruz” yazıyor. İmha edilmek için vagonlara doldurulan kavramlar, erkek konuşma diline ait kavramlar. Bunların neler olduğunu söyleyecek olursak; “Kızlar zayıf yapıdadır”, ”Erkek adam kadın gibi ağlamaz”, “Erkekler, erkek olacak”, “ Cinsiyet ayrımı yapan şakaların yapılması”… Tüm bu erkeklerin kötü, zehirli olan düşünceleri, davranışları fabrikada yok ediliyor.
Erkek, kendi cinsel kimliğinden sıyrılıp uzaklaştığında kadın cinsine yaklaşarak kadınlaşıyor. Equiterra’yı kuranlar, sadece kadının ve erkeğin olduğu iki cinsli bir toplumun eksik olduğunu açık açık yazıp dile getiriyorlar. LGBT bileşenlerinin resmi olarak yer aldığı geniş yelpazeli bir toplumun kurulması gerektiğini öne sürüyorlar. Toplum tarafından kabul edilen cinsiyet tanımlarını, rollerini kabul etmeyen (gender non conforming) ,iki veya daha fazla cinsiyet arasında gezinen (gender fluid), iki cinsin erkeksi ve kadınsı rol ve kültürel özelliklerini gösteren (biginder) insanların olabileceğini öne sürerek, bu kesimlere destek sunuluyor. Yeni doğan bebeklerin cinsel kimlik taşımadıkları, çocukların bu cinsel kimliklerini çevresindeki yakınlarından öğrendikleri öne sürülüyor. Erkek çocuğa mavi, kız çocuğuna pembe giydirmenin, kızlara oyuncak bebek, erkeklere kamyon, otomobil almanın, oğlan çocuklarını ‘aslan oğlum’, kız çocuklarını ‘güzel kızım’ diye sevmenin yanlış olduğu gibi buna benzer örnekler verilerek karşıtlık oluşturuluyor. Çocuklara cinsel kimlik verilmesinin yanlış olduğu, çocuğun bu kimliği ileride kendisinin özgürce tercih edeceği savunuluyor. Yeri gelmişken söyleyeyim. Kişilerin cinsel tercihleri ile ilgili bir eleştiride bulunma gibi bir tutumum yok! Kişi, cinselliğini başkalarını rahatsız etmediği sürece özgürce yaşayabilir. Biyolojik, doğal olan kadın erkek ilişkilerinin dışındaki cinsel tercihlerin devlet, okul gibi kurumlarca insanlara dayatılmasına karşı çıkıyorum. Kadının kadın, erkeğin erkek olmadığı sahte kimliklere özendirilmesi, çocukların cinsel kimliklerinden uzaklaştırılması toplumsal bir sorundur.
Cinsiyetler arasındaki duvarların yıkıldığı, cinsiyetsiz bir toplum yaratılmak isteniyor. Moda dünyasında her cinsin giydiği giysiler yaygınlaştırılıyor. Şimdiye değin erkek sporları olarak kabul edilen; futbol, boks, güreş, dövüş sporlarına kadınlar yönlendirilip, kadın ligleri oluşturuluyor. Kadınların yaptığı mesleklere erkekler, erkeklerin yaptığı mesleklere kadınlar alınıyor. Son günlerde televizyonlarda izlediğimiz kadın futbol takımı reklamı da bu amaca hizmet ediyor.
Birleşmiş Milletler’in; UN WOMEN Equiterra Projesi ve He For She Kampanyası, dünya çapında sürdürülen, bütün halklara yönelik bir projedir. Amerika, Avrupa kıtaları ülkelerinde yürütülen çalışmalar karşılığını bulurken, Asya ve Afrika ülkelerinde ise kısmen başarılı olmuş. Türkiye ise başarılı ülkeler kategorisinde yer alıyor.
Sonuç olarak, Türkiye’de gerçekleştirilen siyasi ve kültürel operasyonlara karşı çıkacak, bunun getireceği yıkımı anlatacak herhangi bir siyasi çevre oluşum ne yazık ki yok. Sermaye kesiminin ve bazı devlet kurumlarının içinde yer aldığı bu kampanya bayram havasında yürütülüyor. Var olan sol, sosyalist, Atatürkçü kesimler bu gidişe karşı durmaları şöyle dursun, ne yazık ki karşı devrimci, yıkıcı projelerin ortakları olmuşlardır. Kültürel, ahlaki yıkım projelerinin suç ortaklarının kimler oldukları hangi işleri kotardıkları bir başka yazının konusu olacaktır. Kadın sorunlarını istismar ederek kadınları kötü niyetlerine alet etmek isteyen her türlü girişime karşı dikkatli olalım.